
Allah Azze ve Cellenin Selamı Rahmeti ve Bereketi üzerine olsun kardeşim.
Allah cc her ikimizi de yürüdüğümüz yolda başarılı kılsın. Tam bir iman ve teslimiyet ile huzuruna alsın inşaallah.
Bir süredir kendimi Rab Teala Hazretlerine şikayet ediyorum kardeşim.
Bana ne oluyor ki, Allah cc a ve ahiret gününe iman etmişken, beni yaratan ve yaşatan, önce öldüdürüp sonra tekrar diriltecek, hesaba çekip takdir ettiği yerde sonsuza dek yaşatacak olan O cc iken, bana kendisinden başka yararı ya da zararı dokunacak bir varlık yok iken, teslimiyet ve tevekkül konusunda bu denli bir zafiyet içerisindeyim?
Bana ne oluyor ki, dünyalık meseleler beni ahiretlik meselelerden daha fazla meşgul ediyor, daha fazla sevindiriyor, üzüyor, daha fazla korkutuyor?
Herhangi bir dünyalık menfaat karşılığında, Allah cc ın razı olmayacağı bir fiili işlemeyi teklif etseler, asla kabul etmem diye düşünüyorum...
Ama neden sabah namazını kaçırdığım zaman, beş on bin lira değerindeki telefonumu kaybettiğimdeki kadar üzülemiyorum. Dünyanın geçici bir heves, oyun ve eğlence yeri olduğunu bildiğim halde, mesela neden evladımın okuldaki başarısı beni bu kadar çok ilgilendirirken, namaz kılmaması yeterince ilgilendirmiyor.
Birimiz birimizin yanında kalp krizi geçirse, düşüp kafasını çarpsa ne bileyim parmağını kesse, elimiz ayağımıza dolaşır. Canla başla hastaneye yetiştirmek için çabalarız.
Aynı kişinin ahiretini zora sokuyor olması kaşısında neden bir telaşımız olmaz. Dünyanın dört bir yanında kardeşlerimiz zulüm altında iken, günlük rutinlerimizde neden önemli bir değişme olmaz.
Seni tenzih ederek, şu Ayeti Kerime'yi üzerime alınıyorum. İçinde bulunduğum durumu ne kadar açık bir şekilde ortaya koyuyor:
Bundan 10 yıl kadar önce, bir kimse bana Efendimizin 3 tane sünnetini sayar mısın diye bir soru sordu. Ben de aklıma ilk gelenleri saydım.
Sağ elle yemek yemek, sakal bırakmak, misvak kullanmak, suyu üç yudumda içmek.
Bu cevapları alınca bana: "Ömrünün her anı, bu ümmete ne katabilirim, bu ümmetin dertlerine nasıl derman olabilirim, dini İslamı Mübin'e nasıl daha fazla hizmet edebilirim diye; hizmetle, tebliğle, temsille, cihadla geçmiş olan Efendimizin sav. sünnetlerini sayarken, merhametten, adaletten, cesaretten, cömertlikten bahsetmeyip te sakaldan, misvaktan bahsetmeye utanmıyor musun?" dedi.
Utandım ama üzüldüm daha çok. Elbette onun söylediklerinden haberim var ama neden ilk önce onlar aklıma gelmiyor? Hiç mi bir bağ kuramamışım Efendimizle.
İşin daha vahim olanı, bu sorunun aynısını kime sorduysam aynı cevabı aldım. Ne yazık ki bu bir örnek sadece.
Kardeşim! Bunlardan çok daha fazlasını eminim etrafında sen de gözlemliyorsundur. Bu neden sorularını, "ne yapalım insanız, nefsimiz var", "zaman ahir zaman", "bizden daha kötüleri var biz yine iyiyiz", "en azından imanımız var".... gibi cevaplarla kolayca bertaraf edebiliriz.
İnsanın kendisini temize çıkarması o kadar kolay ki... Ama ben bu cevaplarla kendimi avutmaktan da, tekrar tekrar aynı tuzaklara düşüp pişmanlık yaşamaktan da çok sıkıldım.
Hissediyorum, bir sorun var ama tam olarak adını koyamıyorum...
İman denilen şey bu kadar cılız, belli belirsiz tesiri olan birşey değil mutlaka. Ama benimkisinin beni harekete geçirmek konusunda ne kadar eksik kaldığını görüyorum.
Ve önce kendime, sonra da Rab Teala'ya itiraf ediyorum ki, benim esas sorunum iman sorunu. Af diliyorum ama geçmişimin affı bana kalıcı bir çözüm sunmuyor.
İmanımdaki eksikliği gidermesini umud ediyorum Rab Teala'nın.

Kardeşim, ne kadar daha kaldığını bilmediğim ve hızla tükenen bir tane hayatım var.
Göz açıp kapayıncaya kadarlık bir süre sonra huzuru ilahide hesap verirken bulacağım kendimi.
Bu güne kadar İslamı yaşama konusunda iyi bir sicilimin, kayda değer bir amelimin de olmadığını zannediyorum.
Sahabe Efendilerimize, Allah cc dostlarına imrenerek bakıyorum ve şöyle düşünüyorum: Acaba Efendimiz sav. onlara, benim duymadığım ne söyledi ki, ya da Kuran-ı Kerim'de benim fark etmediğim neyi fark ettiler ki, ruh ve gönül dünyamız bu kadar farklı?
Onlar sıratı müstekimden kıl kadar sapmazken, ben neden çok basit günahları işlememe mücadelesi veriyorum hâlâ. Ve nasıl oluyor da her seferinde aynı tuzaklara kolaylıkla düşebiliyorum.
Aslında meselenin iman meselesi olduğunu anlamak için âlim olmaya gerek yok ama herkes gibi ben de bunu kendime yakıştıramıyorum...
Bir süredir bu duygu ve düşünceler içerisinde yaşamaya devam ederken, bence tüm sorunların ana kaynağı olan birşey çıktı karşıma. Kadere iman!
Bu meseleyi araştırmaya başladım ve karşılaştığım şeyler karşısında derin bir şok yaşadım.
Gün geçtikçe, en azından benim şikayet ettiğim şeylerin hepsinin temelinde yanlış bir kader inancına sahip olmamın yattığından daha da emin oldum.
Bugün sana bu yolu yürürken gördüklerimi ve geldiğim noktayı anlatmak istiyorum. Belki bu yazı içerisinde işine yarayabilecek şeyler bulursun kardeşim.
Kardeşim, son zamanlarda ne zaman kader konusunda konuşsam, şöyle bir tepki ile karşılaşıyorum: "Kader çok derin bir konu, bu konuda fazla derine girmemek lazım! Allah cc muhafaza bu sebepten çok kişinin ayağı kaydı; senin de ayağın kayabilir!"
Bu konuya, yaşanan şu hadise çok güzel bir şekilde işaret ediyor:
Hz. Ebu Hüreyre (radıyallahu anh) anlatıyor:
Biz kader hususunda münakaşa ederken Resulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) çıkageldi. Öylesine kızdı ki, öfkenin hasıl ettiği kızıllıktan, yüzünde sanki nar taneleri ortaya çıkmıştı.
Bize şöyle çıkıştı:
"Bununla mı emredildiniz, yoksa ben size bunun için mi gönderildim? Bilin ki, sizden öncekileri, dini meselelerdeki münakaşalarının çokluğu ve peygamberleri hakkında düştükleri ihtilafları helak etmiştir."
Bir rivayette şu ziyade mevcuttur:
"Kader hususunda münakaşa etmemeniz için yemin verdim."
Tirmizi, Kader 1, (2134), İbnu Mace, Mukaddime 10, (85)
Kardeşim! Sence Rasulüllah sav. burada Kader konusunun konuşulmasından dolayı mı öfkeli? Yoksa bu konudaki fikir ayrılıklarından dolayı girilen münakaşadan dolayı mı?
Elbetteki ihtilaf ettiklerine kızıyor. Zira eğer bir konuda Allah cc ve Rasûlü sav. hüküm bildirmişse, buna boyun eğmek gerekir. Kişinin kendi aklına ve vehmine uyarak farklı düşünceler ortaya koyması boş laftan başka birşey değildir.
Gördüm ki, Allah cc ın Rasûlü sav. bize Kadere İman konusunda açık bir beyanda bulunmuş. Hiç bir şüpheye mahal bırakmayacak şekilde, son derece açık bir biçimde Kadere İman konusunu bizlere anlatmış, sınırlarını çizmiş, konuşulacak ve konuşulmayacak kısımlarını da bildirmiş.
Ama biz bunları hiç görmemişiz ki... Çevremizdekiler nasıl inanıyorsa biz de öyle inanmışız.
Bizlerin dini bir konuya bakış açımız şu Ayeti Kerime'ye göre olmalı değil mi?
"Allah ve Resûlü bir iş hakkında hüküm verdikleri zaman, hiçbir mü’min erkek ve hiçbir mü’min kadın için kendi işleri konusunda tercih kullanma hakları yoktur. Kim Allah’a ve Resûlüne karşı gelirse, şüphesiz ki o apaçık bir şekilde sapmıştır."
Ahzab Sûresi 36. AyetKardeşim! Düşünebiliyor musun iman etmemiz istenen bir konu var ama bu konu o kadar karışık, anlaşılması o kadar zor ki, kimse anlayamıyor ve herkes kendi anlayışına bırakılmış. Ve yanlış anlaşılmalar yüzünden de alimlerin dahi ayağı kayıyor. Düşünebiliyor musun Allah cc ın Rasulü sav. bu konuyu anlatamamış da fazla kurcalamayın demiş. Sübhanallah!
Mesele asla böyle değil kardeşim. Allah cc ın Rasulü sav. şuna kızıyor. Ben size Allah cc ın bana bildirdiği şekliyle Kaderi nasıl ve ne kadar anlatmışsam o kadar ve o şekilde iman edin. Konunun benim size bildirmediğim bir detayıyla uğraşmayın diyor.
Ben de diyorum ki: "Bize Allah cc ve Rasulü sav. ne dediyse ona iman edelim. O kadarla yetinelim. Amasız, fakatsız... Kendimizde var saydığımız aklımızla, filozofların, felsefecilerin zanlarıyla işimiz olmasın.
İnan bana kardeşim bu konuyu anlamak çocuklar için bile çok kolay. Denedim gördüm. Yani şunu söylemek istiyorum, Allah cc ın ve Rasulü'nün kadere ne şekilde iman etmemizi istediğini anlamak çok kolay.
Peki zor olan ne? Bu anlatılana iman etmek çok zor. Ve biliyoruz ki iman etmenin bir yolu da yok. İmanı sadece Allah cc veriyor.
İtikat konusunda ehli sünnetin önde gelen isimlerinden olan İmam Tahavi de, bu konuya şu sözlerle işaret ediyor:
Kardeşim! kader konusunda iman etmemiz gereken şeyi öğrenir öğrenmez bir takım sorular çıkıyor ortaya.
Bu sorular, zaten bu yazının temel konusu olacağı için daha sonra gireceğim bunlara.
İşte İmam Tahavi de bu soruları kastederek bu sözü söylüyor. Yoksa bizim iman etmemiz gerekli olan kısmı için değil.
Kaldı ki, kader konusunda tartışmak yasak ta, peygamberler, melekler, kitaplar konusunda serbest mi? Sübhanallah...
Allah ve Rasûlünün bu konudaki beyanlarını aktardığımda, neden anlamak kolay ama iman etmek zor dediğimi anlayacaksın kardeşim. Ve inanıyorum ki, tüm sorunlarımızın kaynağındaki ana sebebi sen de görüp, biraz burukluğun ardından müthiş bir huzur duygusuna gireceksin inşaallah.
Sonuç ve Özet: Kaderi konuşmak, anlamaya çalışmak, münakaşaya girmemek şartı ile müteala edip, bilgi alışverişinde bulunmak serbest; Allah cc ve Rasûlü'nün sav. bize bildirmediği ve hakkında hiç bir bilgimiz olmayan kısımlarını konuşmak yasak.
Allah ve Rasûlünün bize anlattığı kadarıyla Kaderi anlamak kolay, ama bu anladığımız şeye iman etmek zor. Yani bir zorluk var evet, ama zorluk anlamakla ilgili değil, inanmakla ilgili.

Ben bu konuyu konuştuğum herkesten şu reaksiyonu bekledim: "Eğer Kader böyle birşeyse, Vallahi bizim için bugün bayram günü. Korkacak, endişelecek hiçbir şey bırakmaz bizde bu inanç. Değerli saydığımız herşeyin anlam ve önem sıralaması değişir, kulluğumuz anlam bulur. Neden bunu daha önce göremedik!"
Kısacası ben herkesi sevindirecek birşey anlattığımı düşünürken durum tam tersi oluyor. Sübhanallah!
Genellikle aldığım reaksiyonlar şunlar:
-Ama Allah cc akıl vermiş.
-Sen sapıtmışsın, bu inancından dolayı derhal tövbe etmelisin.
-Bu dediğine ben inansam yaşayamam, şimdi hemen şurada kafama sıkarım.
-Bu konu 1400 senedir çözülelemiş, şimdi sen mi çözeceksin?
-Bu konuyu herkese anlatma, herkes anlayamaz, fitneye düşer.
-Kafamı karıştırıyorsun, yine bu konuyu açarsın diye seninle görüşmek istemiyorum.
-Allah cc bizden bunu anlamamızı mı istemiş? Bırakalım bu konuyu normal müslümanlar olsak yetmez mi?
-Kader konusunu fazla karıştırma ayağın kayar.
-Falanca İmam şöyle demiş! Filanca kelamcı böyle demiş!
-Senin dediğin gibi olsa, imtihanın anlamı kalmaz. Sorumluluğumuz niye olsun ki o zaman.
-O zaman çalışmayalım yatalım, zaten herşey olsun diye yazılmışsa.
-Kendi başarısızlığının suçunu Allah cc a atmaya çalışıyorsun.
-Sen Allah cc ı zalimlikle suçladığının farkında değilsin.
Acaba ben ne anlatıyorum, bu en yakın kardeşim dediğim kişiler ne anlıyor da bu reaksiyonlara giriyorlar şaşıyorum? Sübhanallah.
Halbu ki yine söylüyorum. Felsefe yapmayalım, Allah cc ve Rasûlü bize nasıl iman etmemiz gerektiğini söylüyorsa o şekilde iman edelim.
Bundan sonra da birlikte bunun güzelliklerini yaşayalım. Bundan daha güzeli var mı?
Sen de bu reaksiyonları vermeden önce bunca yıllık kardeşliğimizin hatrına beni bir dinle, sana gel dinimizden dönelim demeyeceğim, nasıl inanırsan inan dinden çıktın da demeyeceğim ki kardeşim.
Eğer tüm anlattıklarımın içinde hâşâ zerre kadar Allah cc a bir bilgisizlik, eksiklik, zâlimlik, adaletsizlik imasında dahi bulunursam; istediğini söyle bana.
Aksine, insanlar, tüm iradenin, kuvvet ve kudretin tamamıyla Allah cc a ait olduğunu söylediğim için kızıyorlar bana.

Kardeşim! Yakın bir zamana kadar kader konusundaki inancım şu şekildeydi:
Allah cc herşeyi bir kitapta yazdığını ve her teferruata kadar hiç bir şeyi de eksik bırakmadığını açıkça bildiriyor Kuran-ı Kerimde.
Buna delil getirmek için buraya o ayetleri koymayı gerek bile görmüyorum, hepimizin en iyi bildiği ayetler bunlar.
Bu yazgı çeşitli isimlerde pekçok ayette geçiyor. "Levhi Mahfuz" şeklinde geçtiği yer de var, "Apaçık Bir Kitap" şeklinde geçtiği yerler de, farklı şekillerde de.
Kısacası, Allah cc ın kainatta olacak herşeyi tâ ezelde yazdığına inanmak kesinlikle iman meselesi ve bunu inkar edeni bırak, bunu tevil edip başka yerlere çeken dahi kafir olur.
Ben de herkes gibi dün böyle inanıyordum, bugün de yine böyle inanıyorum.
Allah cc kaderimizi Levhi Mahfuza yazmış ve daha bizi yaratmadan önce bildiği ve böyle böyle olacak dediği şeyleri vakti saati geldiğinde yaratmaktadır.
Buradan da anlıyoruz ki, herşeyi bilen Allah cc, kulunun ne yapacağını tüm teferruatıyla bildiği için Levhi Mahfuz a yazmıştır.
Yani bu Levhada yazılı olan şeyler, Allah cc ın gaybı bildiğinin de bir ispatıdır aynı zamanda.
Bu yazgı var diye bizler iradesiz varlıklar değiliz. Zaten irademiz olmasaydı, imtihan diye birşey de olmazdı.
Allah cc, insanlar böyle böyle yapsın diye değil, böyle böyle yapacaklarını bildiği için yazmıştır...
Diyor ve bu dediğime de inanıyordum. Kader nedir denildiğinde bu minvalde cevaplar veriyordum.
Bu inancın yanlış bir inanç olduğuna ikna olduktan sonra, acaba bir ben mi böyle yanlış inanıyormuşum diye neredeyse çevremdeki herkese sordum: “Biz de böyle inanıyoruz!” dediler.
Birçok hoca efendinin videolarını izledim; onlar da “Ehl-i Sünnet’in kader anlayışı budur!” diyorlar.

Kardeşim hoca efendilerin hemen hemen hepsi, aynı şeyleri anlatıyorlar. Burada yer vermediğim, diğer hoca efendilerin de kurdukları cümleler, verdikleri örnekler aşağı yukarı aynı.
Diyebilirsin ki kardeşim: "E ne güzel işte. Bu konuda alimlerin icması var. Neden bu konuyu kurcalayalım ki! Hem bu kadar hoca efendi yanlış biliyor da, sen mi doğru biliyorsun?"
Kardeşim ben olayın bilmek meselesi olmadığını düşünüyorum. Son derece iyi niyetli bile olabilirler. Ama anlattıklarının yanlış olduğunu görüyorum.
Bunu senin de göreceğine inanıyorum.
Bunun bizim için son derece zararlı ve tehlikeli bir inanç olduğunu anlatmaya çalışıyorum.
Bu anlatıların Efendimizin anlatığı inanca aykırı olduğunu söylüyorum. Bazen ehli sünnetin inancı özgür irade değil dedikleri halde, ne anlattıklarına bir de birlikte bakalım ve biz de bu şekilde mi inanıyoruz diye kontrol edelim istiyorum.
Sadece ehli sünnet oldukları konusunda hemfikir olduğumuz ve güvendiğimiz bir kaç hoca efendinin söylediklerine bir bakalım.
Şu hoca efendi, düne kadar benim de inandığım şekliyle açık ifadelerle şöyle anlatıyor:
Hoca Efendinin kimliğine kişiliğine atıfta bulunmuyorum. Sadece "ehli sünnetin kader inancı" olarak anlattığı şeye odaklanalım Kardeşim!
Kardeşim! Hoca Efendinin sözlerini çok dikkatli dinle lütfen. Kader diye iman etmemiz gereken birşey var diyor.
Buna iman etmeyen kafir olur diyor. Kader Allah cc ın bizlerin ne yapacağını bilmesidir diyor.
Bu bilmesi, bizim bir işi O'nun yazdığı için yaptığımız anlamına gelmez diyor.
Biz fiillerimizi kendi irademizle yapıyoruz, Allah cc ta bizim ne yapacağımızı biliyor diyor.
Bildiği için de bunları yazdı, yapsınlar diye yazmadı. Bizi serbest bıraktı, tercih bizim diyor.
Zaten yapsınlar diye yazmış olsa cebriyet (zorlama) olur, bu şekilde de imtihan olmaz diyor.
Dikkat et kardeşim 2. dakikadan sonra hatlar karışıyor. 180 derece dönüyor konu. Bu dakikaya kadar Kader Allah cc ın bilgisi derken, 2. dakkadan sonra Kader Allah cc ın takdiri oluyor...
Bu hoca efendinin kafası karışık olabilir, bizim için bu hoca delil de değil zaten. Sadece genelin söylediğinin bir örneği olarak yer vermek istedim. Dediğim gibi ben de tam olarak bu şekilde inanıyordum eskiden.
Şu hoca efendinin de yine kimlik ve kişiliği ile ilgilenmeksizin anlattığına bir bakalım birlikte.
Özetle, Allah cc ın insana hür irade verdiğini, herşeyin insanın kendi seçimlerine göre ilerlediğini anlatıyor. Kul seçer, Allah cc yaratır diyor. 7 dakikalık konuşmada sık sık özgür iradeye vurgu yapıyor.
Bu hoca efendi de yine insanın özgür iradesine vurgu yaparak: "İnsan iradeli ve tercih etme kudreti olan bir varlıktır, bu kudretini kullandığı anda sorumluluk devreye girer" diyor. Sonra birşey oluyor, hatlar karışıyor ve bizim dilememiz bile Allah cc ın dilemesine bağlıdır, O cc dilemezse biz dileyemeyiz bile diyor.
İnsanın tercih etme kudreti var mı diyor, yok mu diyor belli değil. Aynı ilk hoca efendi gibi iki zıt şeyi aynı konu içerisinde konuşarak, kendi içinde çelişiyor.
Bu hoca efendi de yine işlerin, kişinin hür iradesine göre yürüdüğünü, kaderin de, Allah cc ın bunu önceden bilmesi demek olduğunu gayet net ve anlaşılır biçimde anlatıyor.
Hayret hoca efendilerin çoğu evliliğin mutlak kader ismini koydukları bir kapsam içerisinde olduğunu söylerken, bu hoca efendi onu da kapsam dışında ve hür irade çerçevesinde değerlendiriyor.
Kardeşim, daha fazla bu konuda video seyretmek istersen, telefon elinde...
Göreceksin ki bizim değer verdiğimiz, güvendiğimiz hoca efendilerin hemen hemen hepsi aynı şeyi söylüyorlar.
Yani: "insanın özgür iradesi vardır, ne yapıp yapmayacağına kendisi karar verir.
İsterse namaz kılar, isterse içki içer. Bu seçimlerine göre de sevap ya da günah kazanır.
Allah cc bu emeğinin karşılığını da cennet veya cehennemle ücretlendirir.
Eğer özgür irademiz olmasaydı ve istediğimiz gibi davranamıyor olsaydık bu zorlama olurdu.
Allah cc bundan münezzehtir, zira adaletlidir, zira emekleri zayi eden değildir, zira Kuranı Kerimde yüzlerce ayette de bunu açıkça kendisi beyan ediyor" diyorlar.
Hani biz cüz-i iradeye inanıyorduk ya. Hoca efendilerin anlattığına göre, Allah cc sınırlı birkaç şeyi belirlemiş, geri kalan şeylerde özgür bırakmış...
Başlıkları cüz-i irade, anlattıkları özgür irade... İlginç.
Bana ilginç gelen şu detayı da, senin takdirine arz ediyorum kardeşim.
Hoca Efendiler kaderi anlatırken hep sözleşmişler gibi şu şekilde bir giriş yapıyorlar:
"Bu kader meselesi anlaşılması en zor olan konudur."
Bu meseleyi anlamak şöyle zordur, böyle zordur dedikten sonra: "Kader, Allah cc ın kullarının ne yapacağını önceden bilmesi, bildiğini yazması, yazdığını yaratmasıdır şeklinde açıklıyorlar.
Yahu Allah cc aşkına hani anlaşılması zordu? Bu kadar basitmiş ya. Sübhanallah.
Öte yandan, Kaderiyye ve Mutezile denilen ve Kader konusunda bunların söylediklerinin neredeyse aynısını söyleyen mezhebleri, görüşlerinin batıl olduğu konusunda reddederken bambaşka bir tablo çiziyorlar:
"Bu Kaderiyye denilen sapkın mezhep kula yaratıcılık izafe ediyor. Olur mu canım Allah cc karışmıyor" diyorlar.

Peki ben neye inanıyorum Kardeşim ve neden seni uyarma psikolojisine giriyorum?
Hani kardeşim bu hoca efendiler diyor ya özgürsün. Ben anlatacaklarımı anlatayım, sen de, şayet varsa, hür ve özgür iradeni kullanarak seçimini yapar istediğine inanırsın zaten sorun yok.
Önce olabildiğince net ifadelerle, hiç eğip bükmeden, neye inandığımı anlatayım:
Kardeşim ben, herşeyin Allah Azze ve Celle tarafından daha ortada hiçbir şey yokken, her detayına kadar tasarlandığına, her şeyin O cc nun yazgısı, planı, dilemesi, yaratması şeklinde cereyan ettiğine inanıyorum. Her bir davranışımızın, her kıpırdanışımızın O nun hükmü ile, tekvini emri ile meydana geldiğine inanıyorum.
Ne hür, özgür, ne cüz-i, ihtiyari, hiç bir isim ve sıfatla anılacak bir irademizin olmadığına, hiç bir amelimizi kendi tercihimizle yapmadığımıza, Levhi Mahfuzda yazılı olan şeylerin, Allah cc ın bilmesi sebebiyle değil, bilakis olmasına hükmetmesi ve her detayına kadar öyle yaratması sebebiyle yazılı olduğuna inanıyorum.
Allah cc ın insana hür bir irade verdiğine, seçimlerini kendisinin yaptığına, isterse günah, isterse sevap işleyebilecek bir gücünün veya tercih hakkının olduğu düşüncesine sonuna kadar karşı çıkıyorum. Benim inancımda kula nispet edilen zerre kadar bir irade, bir tercih hakkı yok.
Daha keskin ifadeler kullanmak istiyorum ama bu kadarı yeterli diye düşünüyorum. Sanırım bu cümleler neye inandığımı tam olarak ortaya koyuyordur.
O günkü konuşmamızda: "ben de böyle inanıyorum zaten" diyen kardeşlerime soruyorum. Gerçekten de böyle mi inanıyorsunuz? Şimdi bana sen sapıtmışsın diyen kardeşimin, niye böyle dediği de anlaşılmıştır umarım.
Bana sapıklık iddiasında bulunduğu halde, sadece beni küçümseyen -ki küçüğüm gerçekten de-, bu kadar alim yanlış biliyor da bir sen mi doğru biliyorsun diyen o kardeşlerimin beni bu güya sapık düşünceden kurtarmak için hiç bir gayretinin olmaması da, kardeşliğimizin derecesini ortaya koyuyor sanırım.
Beni bu gün bir kardeşimiz arayıp, o gün karışık konuştun, ne dediğin anlaşılmadı, bir yanlışın içerisinde olduğun kanaatine kapıldık, şunu bir anlat demesi beni o kadar sevindirdi ki...
Kardeşim ben bu şekilde inandığımı ve doğru inancın da böyle olması gerektiğini kime söylesem, ilk tepki "o zaman neden sorumlu olalım ki" oluyor. Aslına bakarsan ben bunu anlatmaya çok hevesliyim ama genellikle tartışma çıkıyor. Dinlemek isteyen de yok, anlamak isteyen de yok... Kardeşim dediğim kişilerin şu yukarıda yazdığım tepkilerine baksana.
Şunu da ifade etmeliyim ki kardeşim, ben konuştuğum kişilerin hiç birisine kulun iradesi yok deyip kaçmadım. Dinleyen herkese burada yazdığım şeylerin hepsini söyletti Allah cc bana. Şimdi burada bir kez daha söylemeye çalışacağım inşaalah.
Kardeşim! Benim inancıma göre, kulun hiçbir iradesi olmadığı halde, sonuna kadar sorumludur, Allah cc ın rızasına uyan veya aykırı olan, her tutum ve davranışı sebebiyle bir kazanç ya da zarara uğrar. Ve kullar o kadar hassas bir şekilde hesaba çekilir ki, zerre kadar iyilik ya da kötülük içerisinde bulunsalar hesaba dahil edilir.
Özgür iradeyi savunan hoca efendilere şunu sorsak ve desek ki: "Ben haram olan bir eylemi yapmayı tasarladım. Sonra bir sebepten bu eylemin içerisine girmedim. Yapmadığım bu eylemden dolayı bana bir ceza verilir mi?" Diyecektir ki işlemediğin bir fiilden dolayı bir cezaya çarptırılmazsın.
Benim inancıma göre ise, bir eylemi tasarlasan ve sonra yapmasan bile bir cezaya çarptırılabilirsin. Zira bu eylemi yapmamak konusunda girdiğin hesapları biz bilemeyiz. Kiramen katibin melekleri dahi bilemez. Halbu ki, Allah cc sinelerimizde sakladıklarımızı da, açığa vurduklarımızı da bilmektedir.
Yakalanmaktan mı korktun? Rezil olmaktan mı utandın? Bu eylemi yapacak imkanları mı elde edemedin? Yoksa gerçekten Allah cc bundan razı olmaz psikolojisiyle vaz mı geçtin?
Şimdi, "sen kulların sorumluluklarını reddediyorsun" diyenler bir baksın kardeşim. Benim inancımda mı sorumluluk sahası daha fazla? Yoksa özgür iradeyi savunanların inancında mı sorumluluk alanı daha fazla.
Benim inancıma göre kurduğun hayalden bile sorumlusun. 1000 sene önce başkaları tarafından yaşanmış ve bitmiş bir konudan da, senden 1000 sene sonra olacak ve hiç şahit olmadığın bir konudan da bir kazanç ya da kayba uğrarsın, eğer haberin olduysa.
Kardeşim Allah cc ın Rasulünden bu güne kadar 4 ana ekol çıkmış bu Kader İnancı ekseninde. Kaderiyye, Cebriyye, Murcie ve Ehli Sünnet şimdi bunların ne dediklerini sana kısa kısa yazacağım inşaallah. Daha detaylı bilgi istersen, https://tez.yok.gov.tr/UlusalTezMerkezi/ buradan pekçok makaleye ulaşabilirsin.

Kardeşim! Yazının sonunda vereceğim hadisi şeriflerde de göreceğin gibi, en zemmedilen grup bunlar. Bu kişiler özetle şunu söylüyorlar. Allah cc bizlere özgür bir irade vererek dünyaya göndermiş ve bizi imtihan etmektedir. Kulların fiillerinden sorumlu olmalarının sebebi bu özgür iradeleridir. Eğer hayır işlersek sevap, şer işlersek günah kazanırız. İyilik yapmak ta, kötülük yapmak ta bizim kendi elimizde. Allah cc akıl vermiş. Çalışalım ve O nun rızasını kazanalım. Kader, Allah cc ın kullarının ne yapacaklarını ezelde bilmesi ve Levhi mahfuza yazmasıdır. Bilmiyorum bunlar sana tanıdık geliyor mu kardeşim?
Bu konuyu araştıracak olursan asla şu hataya düşme kardeşim. Ne benim ne de bir başkasının lafıyla hareket etme. Bu mezhebin mensupları, bugünkü çoğu müslümandan daha samimi müslüman olmasına rağmen, bütün pisliğin çıkış noktası. Ve gerçekten de sapık bir mezhep bu. Bu sapıklıklarının sebebi de, kulun özgür iradesinin olduğunu söylemeleri. Bunu da şunun için söylüyorlar. Allah cc kötülüğü takdir etmez, yaratmaz. Kötülük tamamen senin ortaya koyduğun bir şeydir diyorlar. Şeytan kendi seçimlerinin bir sonucu olarak Şeytan olmuştur. Burada Allah cc ın bir takdiri yoktur diyorlar.
Bizim hoca efendilerimiz bunlar için diyorlar ki, bu kadar özgürlük olur mu yahu, nerede kaldı Allah cc ın iradesi. Sen hepten özgür iradeye inanıyorsun. İyiliği Allah cc ın, kötülüğü kendinin yarattığını söylüyorsun. O yüzden de sapıksın....
İstersen yukarıdaki videoları tekrar tekrar izle kardeşim. Kim ne kadar özgür iradeyi savunuyormuş bir daha gözden geçir.
Kardeşim bu mezhep ise neredeyse benim söylediklerimin aynısını söylüyor. Kulun hiç bir iradesi yoktur, rüzgarın önündeki yaprak gibidir. Rüzgar ne taraftan eserse oraya savrulur. Herşey Allah cc ın ezeldeki takdirine göre ve planına göre işlemektedir. Tabiri caizse Allah cc senaryoyu yazmıştır ve bizler sadece o senaryoyu, birebir senaryoda yazdığı gibi oynamaktayız. İstesek şunu yaparız, istesek bunu yaparız gibi bir durum söz konusu değildir. Allah cc bizim için ne yazmışsa biz sadece onu yaşayabiliriz.
Bizim hoca efendilerimiz bu grup için bunlar da özgür iradeyi kabul eden Kaderiyye gibi sapık bir mezhep, çünkü bunlar iradeyi külliyen reddiyorlar ve kulun hiç bir sorumluluğu yok diyorlar diye anlatıyor Cebriyeyi. Şayet bunlar hem tevekkül ve teslimiyete bu kadar vurgu yapıp, sonunda da kulun hiçbir sorumluluğu yoktur diyorlarsa, ben bunlardan beriyim. Ben kulun sorumluluk alanının sınırları hakkındaki görüşümü çok keskin ifadelerle zaten yukarıda belirttim.
Bu Kaderiyye ve Cebriyye mezhepleri, kulun iradeli mi, iradesiz mi olduğu konusunda o kadar sert mücadele içerisine giriyor ki, bir grup bu çatışmadan çok rahatsız oluyor. Amiyane tabirle, biz kardeşiz, bırakın kavga etmeyi, madem bir birinizin delillerini çürütemiyorsunuz, bu meseleyi mahşere bırakalım. Herkes bildiği gibi yaşasın, hesabı Allah cc a bırakalım diyor. isimleri de bu sebeple erteleyen, sonraya bırakan anlamına gelen Mürcie olarak kalıyor.
Bunların bu görüşleri de İslam dairesinde kabul görmüyor kardeşim. Efendimiz sav. bu söylemin de yanlış olduğunu bildiriyor bizlere.
Kardeşim bizlerin de içerisinde bulunduğu ve 4 mezhebi de kapsayan bu ana grup ta şöyle söylüyor. Biz ne Kaderiyye gibi kula sınırsız bir özgürlük alanı tanırız, ne de Cebriyye gibi toptan iradesizlik. Biz, bizden istendiği gibi tam ortadayız.

Kardeşim! Bu dört görüş hakkında benim anladığım kadarıyla bazı şeylere dikkat çekmek istiyorum. Bizim hoca efendilerin anlayışına göre, Kaderiyye kula o kadar büyük bir özgürlük alanı tanıyormuş ki, iş gelip kulun kendi fiillerini yarattığına dayanıyormuş. Bak yanlış anlama, bu kişilerin imamları, hayatlarını İslam a adamış, bu uğurda bedeller ödemiş, ömürleri boyunca ilim tahsil etmiş adamlar. Bu adamlar, Allah cc tüm kötülüklerden münezzehtir demeye çalıştıkları halde sapıtıyorlar.
Sen inanıyor musun bunların bir şeyi yaratma iddiasında olduklarına. Ben şu gördüğün ağacı, kuşu, taşı yaratırım dediklerine. Bunlar seni beni bin defa ceplerinden çıkaracak kadar donanımlı adamlar. Bu adamlar, Allah cc bize hem günahı takdir anlamında yazacak, yani kendisi işletecek; hem de bunu niye yaptın diye hesap soracak öyle mi? Bu olacak iş değil diyorlar. Bunu bir paradoks olarak görüp, çıkış noktasını özgür iradede buluyorlar. Haşa bazı şeyleri Allah cc yaratır, bazı şeyleri biz yaratırız demiyorlar.
Ama bu mezhebin sapıklığını Efendimiz sav. bizlere bildirdiği için, bizim hoca efendiler aynı şeyleri savundukları halde, kendilerini bunlardan ayırmak için, bunların fiillerini kendilerinin yarattıklarını iddia ettiklerini söylüyorlar bizlere.
Kardeşim az sonra vereceğim Hadisi şeriflerde bu kaderiyye denen fırkanın sapık olduğunu birlikte göreceğiz. Efendimiz bunların, kendisinin bize bildirdiği Kader inancından farklı bir inanca sahip olduklarından dolayı sapık olduklarını söylüyor aslında. Bu farklılık ta kulun özgür iradesi var demeleridir. Zira Efendimiz bize özgür iradenin olmadığını söylüyor.
Ben şöyle inanıyorum kardeşim. Ehli sünnet ortada olandır. Doğrusu budur. Bizden bu istenmektedir. Biz buna inanmalıyız. Bundan başka bir inanç kabul görmeyecektir. Kader konusu, mürcienin dediği gibi ertelenmesi teklif dahi edilemeyecek kadar önemli bir iman konusudur. Bu konuda doğru bir iman sahibi olmazsak, ne dünyada, ne de ahirette yüzümüz gülmez.
Yazdıklarımı dikkatle okuyorsan, bu sözlerimin seni şaşırtmış olması lazım kardeşim. Ve şöyle demelisin herhalde: Yahu işin başından beri, kulun hiçbir iradesi, özgürlük alanı yok. Allah cc ne yazdıysa onu yaşıyoruz deyip, bizlere sanki robotmuşuz gibi bir tablo çizen sen değil misin? Evet benim. Hem bunları en sert şekilde söylerken, hem de sonuna kadar sorumluyuz diyen de benim ama.
O zaman geriye ne kalıyor? Allah cc ın mutlak iradesi ve takdiri ile, tabiri caizze yazılan senaryoyu tıpa tıp oynadığımız, ve bunun dışına asla çıkamayacağımız halde, nasıl oluyor da %100 Allah cc ın iradesi ile işlediğimiz amellerden %100 biz sorumlu oluyoruz? kar ya da zarar elde ediyoruz?
Bak kardeşim! Önce bir tespiti yapalım. Rasulüllah sahabeye bunu bu şekilde anlattığı halde, kimse o zaman neden sorumlu oluyoruz diye bir reaksiyon vermiyor. Çünkü Allah cc a güven ve teslimiyet konusunda zirve noktadalar.
Birşeyin onların aklına yatıp yatmaması önemli değil. İşittik ve iman ettik diyorlar. Belki biz de işittik ve iman ettik diyeceğiz ama bize bu fırsatı vermiyorlar. Ne yazık ki biz, meselelere Allah cc ne diyor, Rasulü bunu nasıl izah etmiş diye bakamayacak kadar hastayız. Biz birisine güveniyoruz, söyledikleri de aklımıza yatıyorsa geçmiş olsun.
Kardeşim! Bana şunu diyebilirsin ve haklısın da: Yahu baştan beri bir tane delil koymadın ortaya. Eveleyip geveliyorsun. Neyine güvenip te bunları konuşuyorsan çıkar ortaya da rahatlayalım. Kardeşim lütfen sabır. Böyle davranmamın hepimizin kârına olan bir nedeni var.
Evet kardeşim az önce de dediğim gibi bizim orta yolu tutmamız gerekiyor, bu kesin. Allah cc aşkına bu hoca efendilerin anlattıklarının orta yol olduğunu bana söyleyebilir misin? Orta yolu tutmuyorsak ta, bunun imani bir yanlış değil de ameli bir yanlış olduğunu söyleyebilir misin?
Ben, bize ehli sünnetin kader inancı diye anlatılan şeyin aslında Kaderiyye nin inancı olduğunu söylüyorum. Hem herşeyimizin Allah cc tarafından belirlendiğini, hem de sonuna kadar imtihanda olduğumuzu ve sorumlu olduğumuzu söylüyorum. Orta yolun bu olduğunu söylüyorum.
Ama görüyorum ki, bizim hoca efendilerimiz orta yolu: hakimiyeti, kuvvet ve kudreti, iradeyi paylaştırmakta bulmuş. Öyle bir sistem anlatıyorlar ki:
Allah cc kendi şanına yakışır biçimde, kul ise kendi gücü nispetinde iradeyi paylaştığında, hiç sorun kalmıyor bunlara bakarsan. Al sana orta yol.
Kardeşim şunu gördükçe inan üzülüyorum. Her hangi bir kardeşimle sohbet ederken, şöyle cümleler kurduğumda inan hiç sorun çıkmıyor, bir tane itiraz yok. Allah cc herşeye kadirdir, herşey onun dilemesi ile olur. Kainatta hiç bir yaprak bile O nun dilemesi dışında kıpırdamaz. Herşey nasip, kısmet. Allah cc tan başka güç ve kudret yoktur vs vs.
Yani kardeşim, teslimiyet ve tevekkül başlığı altında istediğin kadar konuş hepsine eyvallah deniliyor. Ama konunun başlığı kader olduğu zaman ortalık toz duman oluyor. Az önce herşey Allah cc ın dilemesi ile olur dediğinde sonuna kadar evet diyen adam, tüm öfkesini sana yöneltiyor.
Tüm algılar kapanıyor. Nefisler çıldırmış gibi çıkıyor ortaya. Az önce Allah cc tan başka güç ve kudret yokken, şimdi kulda da oluyor. Az önce herşey nasip kısmetken, şimdi herşey senin çalışmana bağlı oluyor...
"Ben buraya kendi tercihimle geldim ama Allah cc izin vermeseydi gelemezdim!", "ben bunu yapmayı kendim seçtim ama Allah cc izin vermeseydi yapamazdım!" demek nedense çok mantıklı geliyor insanlara.
Buradan şunu çıkarıyorum. Hani derler ya: "Güneş balçıkla sıvanmaz." Aslında Allah cc tan başka hiçbirşeye (hele hele ki kendimize) herhangi bir kudret atfetmeyecek kadar imanımız var ama bunun üzeri zihnimize kurulmuş tuzaklarla örtülmüş.

Kardeşim! bizim için en mühim konulardan birisi Kadere nasıl inandığımızın bir öneminin olup olmadığı konusudur. Bizlerin amentü olarak bildiğimiz 6 madde içerisindeki tarife göre Kader, hayrın da şerrin de Allah c tan olduğuna inanmaktır.
Bunu söylediğimizde zaten kadere iman etmiş oluyoruz ki, hepimiz de bunu bu şekli ile kabul ediyoruz. Bunu daha fazla kurcalamasak, bu kadarı ile yetinsek olmaz mı? Bırakalım isteyen özgür iradesinin olduğuna, isteyen de olmadığına inanarak yaşasın. Hayatın olağan akışı her ikisi için de değişmiyor, desek olmuyor mu?
Kardeşim, o gün ben konuşmaya şu sözlerle başlamıştım hatırlarsan: "Kuran-ı Kerimde Allah cc mü'minlerin özelliklerinden bahsediyor. Bunlar 100 civarında maddede toplanıyor. Ben bu 100 maddeye baktığımda, bunların çoğunu kendimde göremiyorum. Burada bir sorun var ve ben bu sorunun Kader inancımızla ilgili olduğunu düşünüyorum."
Efendimiz sav. "Kalpler, kendilerine iyilik edenleri sevmeye meyilli olarak yaratılmışlardır." buyuruyor. Buna göre biz, bize isabet eden her iyiliği Allah cc tan bilsek, herşeyi bir sebebe bağlama hastalığımızdan kurtulsak ta, amasız fakatsız bu Allah cc tan desek, kalbimiz ne reaksiyon verir?
"Tabi ki herşey Allah cc tan!" demekle buna gerçek manasınca iman etmek arasında bir fark yok mu? Ne yazık ki, özgür irade inancının getirdiği şey: "Ben yapıyorum, Allah cc ta bana izin veriyor! "Ben yapıyorum, Allah cc ta bana yardım ediyor!" şeklindeki bambaşka bir durum.
Kiminle konuşsam bana bu şekildeki işleyişi açıkca ifade ediyor. Kaldı ki, kimsenin ağzı ile bunu ifade etmesi de gerekmiyor. Yaşantımız tamamıyla bunun üzerine kurulu.
Özgür iradeye inananların kendilerinde varsaydığı az ya da çok bir güç var. Bu gücü onlara Allah cc vermiş. Böyle takdir etmiş, böyle olmuş.
Bu güç, Allah cc ne kadar takdir etmişse o kadar. Onlar da, Allah cc ın kendilerine verdiği akıl, beden gücü, sağlık, yetenek, mali imkan gibi türlü nimeti kullanarak karşılaştıkları zorlukları aşıyorlar.
Herkes kendinde varsaydığı bu gücü nispetinde olayların meydana gelişine etki ediyor. Sorduğun zaman "Tabi ki, Allah cc izin vermeseydi yapamazdım." Ya da "Allah cc yardım etmeseysi yapamazdım." diyor. Sübhanallah!
Peki kardeşim kendi hayatımızda nasıl hareket ettiğimizi de gözden geçirerek bir düşünelim. Birisine desek ki, bu ay elektrik faturasını 500 tl beklerken, 750 tl geldi ne yaparsın? Sorun değil öderim diyecektir. Çünkü sözüm ona buna kendi gücü yetiyor.
Peki Allah cc korusun devletin karşılamadığı bir tedaviyi Amerikada 10 milyon tl karşılığında yaptırmak durumuyla karşı karşıya gelse nasıl bir yönelişe girer? Bak ben bu örneği yazarken elektrik faturası kısmına Allah cc korusun diye başlamadım da, iş hastalık ve 10 milyona gelince Allah cc korusun diye başladım.
Ben işim gereği 75 kiloluk bir makine kullanıyorum. Bunu 2 kişi yeri geliyor 5. kata taşıyoruz. Gençliğimde hiç sorun etmezdim ama gücüm azaldı. Şimdi o merdivenlerin her bir basamağını çıkarken "La havle vela guvvete illa billah" diyerek çıkıyorum...
Bunu düşününce üzüldüm, keşke gençken de böyle yapsaydım dedim. Yine de bunu şimdi de olsa aklıma getiren Allah cc a şükrettim...
Aradan aylar geçti ben her merdiven çıkışında böyle yapmaya devam ettim. Bu gün fark ediyorum ki, sadece çıkarken bunu yapıyorum, inerken değil...
Kısacası kardeşim, özgür iradeye inanınca, kendimizde belli derecede bir güç olduğuna da inanmış oluyoruz. Karşılaştığımız meseleleri bu kendimizde varsaydığımız güçle halledebiliyorsak ne ala, ne zaman bu sözde gücü aşan bir durum çıkarsa karşımıza o zaman Allah cc a müracaat ediyoruz.
Öyle ya, Allah cc bize az ya da çok bir güç vermiş, işin bir kısmı bizde, hâşâ bir kısmı O'nda. Sübhanallah!
Kardeşim bu konuya ilişkin pek çok ayet içerisinden, ben şu ikisini burada zikretmekle yetineceğim:
Zümer suresi 49. ayette tam olarak benim işaret ettiğim şey ifade ediliyor kardeşim. Sıkıntı ortadan kalktığında, insan yine kendisindeki bir özellik sayesinde bu sıkıntıyı bertaraf ettiğini anlatıyor.
Kardeşim Efendimiz sav. şöyle buyuruyor:
Kardeşim ben bu hadisi şerifi konumuzla çok alakalı buluyorum. Bugün bizler sabır ve şükür konusunda sınıfta kalıyoruz ne yazık ki. Bu hadisi şerif, aslında tüm hayatımızdaki olaylara karşı sabır yada şükür reaksiyonları vermemiz gerektiğine işaret ediyor.
Halbu ki, irade sahibi olduğumuza inandığımız sürece, Allah cc ın bizlere vermiş olduğu güç, %90 konuda yeterli oluyor, bu yüzden sabır ve şükür reaksiyonu vermemiz gereken durumlar her zaman gündeme gelmiyor.
Ne de olsa işimizin çoğunu Allah cc ın bize verdiği imkanlarla hallediyoruz. Sübhanallah!
Ben özgür iradem olduğuna inandığım zaman da şükrediyordum kardeşim. Bugün düşünüyorum acaba ne sebeple ve hangi psikoloji ile şükrediyor muşum?
Allah cc ın ezelde takdir edip bana verdiği güce mi?
Boyumu aşan bir durumda bana yardım edip, o işin üstesinden birlikte geldiğimize mi?
Bana izin verip, işimi bozmayıp, bana karışmadığına mı?
Bu sorulara çok basit cevaplar vererek, kendimi nasıl kandıracağımı çok iyi biliyorum ama bunu yapmak istemiyorum artık.
Ben hiç bir zaman %100 mutlak hakimiyet hakkını Allah cc a vermemişim meğer.
O cc benim hayatımda her zaman bir yardımcı, her zaman bir izin verici, destekleyici rolünde olmuş. Sübhanallah!
Ama bana o zaman bunları söylesen asla kabul etmezdim. Sana "Mutlak hükümranlık Allah cc a aittir" diye vaaz eder, ama hipnoz edilmiş gibi yine aynı şekilde yaşamaya devam ederdim...
Biz kendimizde hiç bir güç ve kudretin, hiç bir irade ve seçim özgürlüğünün olmadığına inansaydık, durum çok değişirdi, her an şükür ve sabır reaksiyonları vermemiz normal bir durum olurdu.
Bana sorarsan kardeşim, cüz-i iradenin adı sevimli ama kendisi zehirli. Allah cc ile aramızdaki gönül bağını koparma yönünde son derece yüksek bir tahrip etkisi var.
Bir kaç örnekle, kader inancımızın, zorluklar karşısında takındığımız tavırlarla ilişkisine değinsem de, sen de düşündüğünde, hayatın her alanını kaplayan bir biçimde boğazımıza kadar bu bataklığın içerisinde olduğumuzu göreceksin kardeşim.

Kardeşim! Bize iradeli varlıklar olduğumuzu söyleyen hoca efendiler şöyle bir yapılanma koyuyorlar önümüze. Allah cc ın, bizimle ilgili belirlediği hiç bir irademizin olmadığı alanlar var, bir de imtihan gereği kendi irademize göre şekillenen alanlar var.
Nedir bunlar hocam diye sorduğumuzda, ne zaman ve nerede doğacağımız, ne zaman ve nerede öleceğimiz, anne babamızın kimler olacağı, yağmurun nereye yağacağı gibi tabiat olayları, Allah cc ın bazı zamanlarda yaptığı özel müdahaleler vs.
Kısacası, bizim gücümüzün dışındaki şeyler mutlak kader, ama hayatımızın kalan %99 unu kapsayan tüm alanlar muallak kader. Yani kaderimizin küçük bir kısmı Allah cc tarafından takdir edilerek yazılıyor, kalan büyük bir kısmı ise, bizim hür irademizle yaptığımız seçimlerin Allah cc tarafından ilmi mutlakı ile bilinmesi sebebi ile yazılıyor.
Yani bunu doğru kabul ettiğimizde aslında kendi kaderimizi kendimiz yazıyoruz gibi bir durum çıkıyor ortaya. Kalemin levhaya yazması bakımından yazan Allah cc olsa da, bu sadece bir kayıt defteri hükmünde olduğu için, içeriği bize ait. Sübhanallah!
Keşke benim kaderimi tüm teferruatıyla Allah cc yazıyor olsa... O çok merhametli, esirgeyici ve çok cömert. Benim için tam da benim ihtiyacım olan kaderi yazardı ve eminim merhameti heran devrede olurdu.
Çünkü ben kendimi biliyorum, çok akıllı değilim, menfaatimi gözetecek, tehlikeleri sezebilecek imkan ve kabiliyetlere sahip değilim. Çok becerikli de sayılmam. Bir uzmanlığım, iyi bir mesleğim, saygıya layık bir makamım yok.
Evim yok, arabam yok, sigortam emekliliğim yok. Yürürken sakarlık yapıp kafamın üzerine çakılsam ölebilirim. Pardon bu mutlak kader içerisindeydi değil mi? O zaman yaralanabilir, sakat kalabilirim.
Müşteri aramazsa iş çıkmıyor, polis yakalarsa ceza yazıyor, soğuk vurursa hasta ediyor. Zaten ortam bozuldu, tehlikeler arttı, hırsız malımı çalabilir, terörist canıma kastedebilir...
Eee biz de bu hayattan az tecrübe edinmedik be kardeşim. O yüzden evlatlarımızı da tüm bu tehlikelere karşı donanımlı yetiştirelim. Onlara hayatın nasıl işlediğini iyice belletelim ki, bizim kaçırdığımız fırsatları onlar kaçırmasınlar.
Onlara her gün, çalışmazsan aç kalırsın, kimse seni adam yerine koymazı iyice işleyelim. Sahi ben bu denli acizim diye mi bu iradesiz kul fikri bana güzel görünüyor. Şu hayattaki tüm başarısızlıklarımın suçunu Allah cc a yükleyerek kendimi mi rahatlatıyorum acaba. Bu bir hezeyan mı? Sübhannallah.
Hadi ben kendimi böyle rahatlatıyorum, peki acaba hayatın akışının kendi iradesinde olduğuna inanan nasıl rahat ediyor? Heran herşeyi mahfedebilme, tüm kontrolü kaybedebilme ihtimaliyle nasıl yaşıyor? "Bir iradem olmadığına inansam kafama sıkarım" diyen kardeşim! Biraz kapılsan bu söylediklerime de, bunalıma girip kafana sıksan ne olacak.
Halbu ki ben, bunu sana bizzat Allah cc yaptırmadığı sürece böyle birşey olmayacak, sen bunu yapma hürriyetinde değilsini anlatırken. Sen buna inandığın zaman, ilk iş bu sözünün ne kadar boş ve anlamsız olduğunu anlayacaksın zaten neden kafana sıkasın.
Bize özgüven adında son derece mantıklı ve akılcı bir kavram dayatıyor sistem. İşi bilenlere danışalım: "Hocam öz güven sahibi nesiller yetiştirmek istiyoruz, çacuklarımıza nasıl bir yol çizelim?" diye danışalım.
Seni temin ediyorum kardeşim, özgüven adı altında anlatacakları şeylerin hepsi bize son derece mantıklı gelecek ama bunun insanı firavunlaştırma projesinin bir parçası olduğu aklımızın ucundan bile geçmeyecek.
Çünkü biz zannediyoruz ki, evlatlarımızın ne iş yapacakları, hangi makama gelecekleri, ne kadar maaş alacakları ve ömrünün her detayı önceden belirlenmemiş...
O zaman çocuklarımıza çalışma, yat mı diyelim? Bunu demenin senin elinde olduğu inancıyla böyle bir soru sormakta haklısın kardeşim. Ama çalış demek te, çalışma demek te senin elinde değil ki. Allah cc senin ne demeni takdir etmişse onu söyleyeceksin. O ses tonu ile, o kelimelerle. Ne bir harf eksik ne de fazla.
Bir anket firmasının sahibi ve gazeteci olan şahıs anlatıyordu ondan dinledim. Avrupalılar sanayi devrimine kadar dinlerine son derece bağlı insanlarmış.
Sanayi devrimiyle beraber parayı bulunca hâşâ Allah cc ile işleri kalmamış. Önceleri sürekli kiliseden çıkmayan, dua eden insanlar yavaş yavaş bu işleri aksatmaya başlamışlar.
Önce pazardan pazara gelelim kiliseye diye anlaşmışlar, bir zaman sonra yahu gelip ne yapacağız maaşlarımızdan bir hisse kesin, kiliseyi ayakta tutun işte, biz de bu şekilde bu işlerin içinde olalıma dönmüş iş.
Adam diyor ki, dünyanın her yerinde bu iş böyle. Zenginler solcu, fakirler sağcı olur. Sağcılar zenginleştikçe sola kayarlar, solcular fakirleştikçe sağa kayarlar. Yani kardeşim Allah cc verdikçe kendimizi kuvvetli görüp, haşa onun mülkünde ortakçı çıkma yoluna giriyoruz. Bu böyle malesef.
Şu Ayeti Kerime bu olaya işaret ediyor:
Kardeşim bugün Levhi Mahfuzu okuma imkanımız olsa nasıl bir yazıyla karşılaşıdık? Şu zaman şunu yapacak, bu zaman bunu yapacak. Şuraya gidecek buraya gidecek gibi tüm teferruatı ile yapacağımız her hareketin orada yazılı olduğunu görürdük değil mi? Kim yazdı bunları buraya? Allah cc. amenna!
Bize ehli sünnetin kader inancı budur diye sundukları şeye göre, Allah cc, sen yap diye talimat niteliğinde değil, ne yapacağını bildiği için yazıyor.
Şimdi buraya iyi dikkat et. Ben bugün evde oturursam, evde oturacak, dışarı çıkarsam dışarı çıkacak yazıyor benim özgür tercihlerime bağlı olarak. Yemek yersem yiyecek, çay içersem çay içecek diye yazıyor...
Yani ben kendi irademle ne yaparsam onu yazıyor doğru mu? Ve burada yazılı olanlar bizim irademiz üzerinde zorlayıcı da değil. Bu tabiri caizse geleceği kusursuz bir biçimde yazan bir gazete gibi. Belli yerlerine hüküm konulmuş ama çoğu yerleri kulun ne yapacağına göre yazılmış.
Şu hiç aklına geliyor mu kardeşim! Kulunun hareketlerine göre Allah cc hâşâ epeyce bir işe girişmiş. O nun ne yazacağını, kullarının, kendi iradeleri ile yaptıkları seçimleri belirlemiş. Ben bir eylem gerçekleştiriyorum, buna mukabil Allah cc ta bir eylem içerisine giriyor. Bunu biliyor ve yazıyor, sonra bir daha, bir daha...Sübhannallah!
Ben şöyle yaparsam, Allah cc, falanca kişi öyle yapacak diye yazmak durumunda, böyle yaparsam böyle yapacak yazmak durumunda...
Hâşâ bu görevini de kusursuz bir şekilde yaparak zerre kadar şaşmayacak ve hiç birşeyi eksik bırakmayacak bir levha koyuyor ortaya.
Bu işi böyle anlatanlar, kula göre tavır alan, reaksiyoner bir İlah tasavvuru öne sürdüklerini göremiyorlar mı?
Hadi ben cahilim, akılsızım, acizim. Bu kendilerine alim diyen, biz Allah cc Rasulünün çizgisini temsil eden ehli sünnetiz diyen zatların, Alemlerin Rabbi'ni hâşâ muhabir gibi göstermeye ne hakları var!
O zaman neden Allah cc, iyi bir kul olursan cennete, kötü bir kul olursan cehenneme koyarım diyor? İşte bak bizim hareketlerimizin, bir şekilde O nun tavrını belirlediğini Allah cc kendisi bize bildiriyor diyebilirsin kardeşim. Ben de diyordum bunu, tövbe ettim artık diyemiyorum.
Şuan bulunduğum yeri, kendi geçtiğim yol üzerinden tarif edebilmem için bana biraz daha müsaade et kardeşim. İnan bana, kullarına zerre kadar irade vermediği halde, son derece hassas ve sıhhatli bir imtihana tabi tuttuğu kusursuz bir sistem kurmuş Rab Teala.
Sana bunu tek bir cümle ile söylesem bile yine buradaki yazdıklarımın hepsini konuşmamız gerekecek. İnşaallah anlatacağım, biraz daha sabır.

Kardeşim, düşünüyorum bu kadar önemli ve imanın da bir şartı olan kader meselesini Allah cc muallakta bırakmış olabilir mi? Rasulü bizlere meseleyi anlayabileceğimiz sadelikte anlatmamış olabilir mi?
Bu iş bizim aklımıza ve vehmimize bırakılmış olabilir mi? Bana birçok kardeşim bu meseleyi herkesin anlaması mümkün değil, bunu herkese anlatma diye telkinde bulunuyor. Sübhanallah!
Herkesin anlayamayacağı meseleler elbette vardır ama, kader o meselelerden olabilir mi? Elbette bu konu tüm cepheleri ile müteala edilebilecek bir mesele değil, bunun farkındayım.
Ben de zaten bilme imkanımızın olmadığı yönleri üzerinde araştırma yapalım demiyorum ki. Allah cc bize ne diyorsa, Rasulü bize bunu ne şekilde öğretiyorsa onunla yetinelim, sınırları zorlamayalım diyorum.
Bu eğer imani bir konu ise, ki biz öyle olduğunu biliyoruz. Bunun ne olduğunu anlamak bilmece çözme mantığında olabilir mi? Senin benim anlayışımıza bırakıp ta, hâşâ gelince görürsünüz der mi hiç Rab Teala?
Ben şu ayetin de işaret ettiği üzere, bizlerin akıbeti üzerinde son derece belirleyici olan konuların muallakta bırakılmadığına inanıyorum:
O zaman kader konusunda kendimize delil alacağımız ayetler, bize bu iş hakkında muhkem bir delil sunmalı. Delil sayacağımız bu ayetlerin muhkem mi? müteşabih mi? olduğu konusunda da bir tereddüt yaşamamalıyız.
Ayrıca eş zamanlı olarak bu konuyu Efendimiz sav. bizlere ne şekilde aktarmış ona da bakma hakkımız var. Hadisi şeriflerde de tevili mümkün olmayacak kesinlikte açıklamalar bulmalıyız.
Kuran ve sünnette bu meseleye dair eğer kesin ifadeler varsa kardeşim, artık şu mezhebe göre, bu kelamcıya göre meselenin nasıl değerlendirildiği bizi ilgilendirmemeli. Bak sana güzel bir olay anlatacağım. Senin de bildiğini düşünüyorum:
Bu olay yaşanmış ya da yaşanmamış olabilir ama bir hakikati ortaya koyuyor gerçekten de. Bazı meseleler herkesin anlayabileceği açıklıkta ayet ve hadislerde geçmiyor olabilir.
Ehli sünnetin icma ve kıyas müesseleri bu yüzden var zaten ve olmalı da. Ama Kader meselesi eğer iman meselesi ise, muhkem deliller, herkesin anlayabileceği sadelikte olmalı değil mi?
Bunu bir sohbette dinlemiştim kaynağını bilmiyorum kardeşim ama burada işaret edilen şeye ben kesinlikle inanıyorum. İllaki herkesin algısı farklıdır ve herkesle herşey konuşulmaz.
Ama kader meselesinin bu kadar incelikli bir mesele olmadığı ortada zaten. Birkaç ayete, bir kaç hadise bakarak anlaşılabilecek kadar sade bir konu olduğuna inanmak şöyle dursun, görüyorum bunu.
Yeter ki, Allah cc ve Rasulünün çizdiği sınırlar içerisinde kalalım. Aklımızı ve vehmimizi bir kenara bırakalım. Zira insanın ayağını kaydıran ve sınır olarak çizilen şey: Allah cc Niye böyle yaptı? gibi soruları terk etmektir. Ben her ikimiz için de: "Vardır Allah cc ın bir bildiği" demenin çok ta zor olmadığını düşünüyorum.
Benim bunları anlatma gayretime şöyle bir eleştiri de getiren kardeşlerim oluyor: Diyorlar ki, "Sen bu anlattıklarını, kitlelerin duyabileceği bir ortamda konuşsan ve bu söylediklerine inanan insanlar olsa ne olur?"
Yani demek istiyor ki, büyük bir fitneye sebep olmaktan hiç mi korkmuyorsun?
Kardeşim! Ben bu konuyu araştırırken, şöyle bir kanaata kapıldım, doğrusunu Allah cc bilir. Evet bu iki zıt görüş arasında çok çetin mücadeleler geçmiş. Hatta birbirlerini kafirlikle suçlayacak kadar ileri gidenler dahi olmuş. Sonunda sulh olsun diye her iki tarafta birbirine ilişmemiş.
Her iki taraftan da kimse herhangi bir ayeti inkar etmemiş. Ben bu ayetleri görüyorum ama senin anladığın gibi anlamıyorum demiş. Eğer bir kişi çıkıp ta, böyle bir ayet yok dese o zaman kafir olur. Ama ne o gün ne de bugün böyle birşey diyen yok. Dolayısı ile kitlenin büyük kısmı zaten ne saçmalıyor bu diye yaklaşır meseleye.
Malesef, filozofların son derece etkileyici mantık önermeleri karşısında: "Biz böyle inanıyoruz, mantığın ne emrettiği bizi bağlamaz" diyenlerin sesleri cılız kalmış.
Eğer büyük bir kitlenin temsilcisi çıkıp ta bunları söylese, o zaman iş daha farklı olabilir. Hele hele böyle inanmayan kafir olur gibi bir tutum içerisine girse belki de ciddi ayrışmalar olur diye düşünebiliriz.
Ama hiçbir alim de: "Ben bu delilleri yok saymıyorum ama senin anladığın gibi anlamıyorum!" diyen birisine kafir demez zaten.
Ancak ben neden korkayım? Ben: "Allah cc ın mülkünde Allah cc tan başka tasarruf sahibi yoktur" diyorum. Zaten olan herşeyin Allah cc ın iradesi ile olduğunu söylüyorum.
Varlık sahasında O nun emri dışında yaprak bile kıpırdamazken ve ben, nefes alıp vermekten bile aciz iken, nasıl kitleleri bir birine sokacak kudretim olsun. Allah cc kendi mülkünde ne yapmak istiyorsa onu yapar zaten.
Allah cc ın herhangi bir oluşumda bana da rol vermesi elbette beni son derece ilgilendirir. Ve yarattıklarının şerrinden Allah cc a sığınırım. Ama tutup ta benim yüzümden böyle oldu, ben bunu yapmasaydım böyle olmazdı demekten de Allah cc a sığınırım.

Kardeşim! "Ne yani ben özgür iradem olduğuna, seçimlerimi kendimin yaptığına inanıyorum kâfir mi oldum?" demiş bazı kardeşlerim, üzüldüm.
Böyle demekten Allah cc a sığınırım!
Peki seçimlerini özgür iradesi ile yaptığını söyleyenlere kafir demiyorum da ne diyorum?
Şunu söylüyorum kardeşim. Özgür irade inancı bize hem dünyada, hem de ahirette büyük sıkıntılar çıkarır. Bu yanlış inançtan vaz geçelim.
Vâkıa suresinden hareketle, bir "tatil köyü" örneği verdim bu konuya ilişkin bir çok kimseye, burada zaten uzun olan konuyu dağıtmamak için girmiyorum ama, özelde soran olursa ayrıca konuşalım.
Konu buraya gelmişken kardeşim, kardeşlerimizden birisi ile aramızda, Mülk Suresinin 2. Ayetinin mealiyle alakalı bir konu geçmişti.
Kardeşimiz bu Ayeti Kerimeyi, bir imtihanda olduğumuza, imtihan olabilmemiz için de bir irademiz olması gerektiğine delil getirmek için konu etmiş ve Ayetin manasını şu şekilde beyan etmişti:
Ben de sözünü kesip, bu ayeti şu şekilde çevirsek ne olur diye sormuştum:
Sanki ben bambaşka bir mana veriyorum gibi bir durum ortaya çıkınca, bunu sonraya bırakalım, izah edeceğim demiştim.
Kardeşim! Şu iki çeviri arasında ne fark var, bir daha düşünelim. Ayrıca bu anlamlar arasındaki farklılıkları ortaya koyacak olan kişinin ihtisası hangi alan üzerine olmalı? Arapçadan türkçeye çevirmek konusundaki ihtisası sormuyorum. Şuan karşımızda duran ve türk dilinde olan bu 2 metnin arasındaki farkı kim bize izah edebilir?
Kardeşim! benim rahatsız olduğum ve itiraz ettiğim konu şu. Sen de bilirsin ki, bir dili bir başka dile çevirebilmek için her iki dilin de inceliklerini iyi bilmek gerekiyor. Aksi takdirde iki metin arasındaki duygusal aktarım başarılı olmaz.
Aynı şeyi ifade ederken, kendi dilinde kullandığın kelimeleri öyle bir seçersin ki, bam başka duygular uyandırır. Ben bu 2 çeviriyi anlam bakımından aynı, çağrıştırdığı duygu bakımından farklı görüyorum.
Şu ifadelerin türkçe karşılıklarına bir bak:
Kuranı Kerimin türkçe çevirilerinin hepsinde bahsettiğim duygusal etkileşim sorunu var.
Kardeşim! Elini vicdanına at ve söyle. Bu çevirileri yapan kişileri, Arap ülkelerinin birisinde Arap Dili ve Edebiyatı, yahut Türkiyedeki bir üniversitedeki Türk Dili ve Edebiyatı sınavına soksalar ne performans gösterirler. Arapça bir şiiri ya da başka sanatsal edebi bir metni türkçeye çevirmeleri istense sonuç ne olur.
Ne yazık ki, her iki dilin de sanatsal özelliklerine hakim bir edebiyatçı meal yazsa, sen de kim oluyorsun deriz dini bir kisvesi yoksa.
Şimdi diyebilirsin kardeşim haklı olarak, bu edebiyatçı her iki dilin sanatsal inceliklerini bilse bile, Rasulullah ın getirdiği izahları bilmeden nasıl çevirebilir?
Eyvallah kesinlikle haklısın. Bence de Allah cc, elçisi vasıtası ile bize ne gönderdiyse ona bakalım.
O zaman söyler misin bana neden rivayet değil de dirayet ön plan bugün. Neden nakil değil de akıl ön planda. Mesela neden ben kiminle kader konusunu konuşursam konuşayım: "Allah cc akıl vermiş" diye kesitirip atmaya yöneliyor da, bu konudaki naslar nelerdir? reaksiyonunu vermiyor.
Kardeşim bu konuyu daha fazla uzatmak istemiyorum, zira odaklanmak istediğim konu Kader.
Ama şunu da senin takdirine sunmadan geçemiyorum. Mekkeli müşriklerin "Muhammed bu kadar güzel sözleri nereden bulup getiriyor? Bu kadar güzel şiirleri nasıl oluyor da yazabiliyor" dedikleri rivayet ediliyor bizlere.
Dikkat et, bu ifadeleri kullananlar, edebiyat konusunda senin benim gibi sıradan insanlar değiller. Bilakis edebiyat alanında dönemin en ileri düzeydeki insanları.
Biliyorsun o dönemde edebiyat altın çağlarını yaşıyor. Kuran-ı Kerim böyle bir topluluğa, müthiş bir sanatsal eser olarak gönderiliyor.
Ve Kuran, bu yönüyle de öğünen de bir eser zaten. (Sanki sen biliyormuşsun gibi, gereksiz detaylarla uzattığım için özür dilerim ama bu yazdıklarımı kimin okuyacağını kestiremediğiden böyle davranıyorum.)
İşte soruyorum Kardeşim! Kuran-ı Kerime tamamen karşı, içerdiği manlara düşman, verdiği mesajdan son derece rahatsız olan müşrikler bile, ifadelerin duygusal etkileşimini fark edebiliyor da, neden biz duygusal bir aşkınlık yaşayamıyoruz?
Bu millet neden arapçasını dinlerken ağlıyor da, türkçesini dinlediğinde aynı duygusal etkileşime giremiyor?
Geçenlerde sosyal medyada dünyaca meşhur bir aktörün müslüman olduğunu kendi ağzından dinledim. Adama soruyorlar neyinden etkilendin diye.
Kuran-ı Kerim in uslübundan etkilendim diyor. Ben bu kadar muazzam bir anlatım daha önce hiç görmedim diyor. Bence adam nasipli ki, ingilizce meal okuyor.
Bu konudaki son sözüm şu olsun kardeşim. Aramızda Türk Dili ve Edebiyatı alanında ihtisası olan bir kardeşimiz var. Birgün gelip o anlatsın bize bu işin aslını inşaallah.

Kardeşim ehli sünnetin kader inancı budur diye bizlere vaaz eden hocalara baktığımda genel olarak şunu görüyorum. İşi örnekler üzerinden hikaye ederek anlatıyorlar. Bu normal. Hani bunu anlamak çok zor ya o yüzden herkes anlasın diye örnekler veriyorlar.
Sonra da kaderi Allah cc ın ezeli bilgisi olarak gösteriyorlar. Tabi ki bunlarla beraber, herşeyi Allah cc ın yarattığını da eklemeden geçmiyorlar. Hani kader kelimesi, ilimle alakalı bir kelimeden ziyade takdirle alakalı bir kelime ya, o yüzden herşeyi Allah cc ın bilmesine bağladıktan sonra, takdir, kudret, yaratma ifadelerini bu anlatım içerisine serpiştirmemek olmaz.
Konuşma da şöyle sonlanıyor: "Kulun özgür iradesi olmasa nasıl imtihan olacak? O zaman imtihanın ne anlamı kalırdı?"
Şunu söylemiyorlar: "Kuran-ı Kerim de, Allah cc ın bizlere herşeyi takdir ettiği manasıyla, yani gaybı bildiği için değil de, bizzat kendisi öyle istediği için bir kader yazdığını açıkça söyleyen ayetler, bu ayetlerin anlattığı manalara bire bir uyan hadisi şerifler var. Öte yandan tam tersi gibi görünen, yani bizlerin özgür iradelerinin olduğu anlamı çıkan ayetler ve hadisler de var."
"Biz yaşamımızda kendi seçimlerimizi kendimizin yaptığını biliyoruz."
"Acaba bizler, elimiz, ayağımız, gözümüzün varlığını bildiğimiz gibi kuvvetli delillerle bir irademizin olduğunu gözlemlediğimiz halde, Allah cc neden bunun tam tersi şeyler söylüyor?"
Bence hocalık burada sınıfta kalıyor kardeşim. Hoca olunca cevap vermek lazım. Senden önce verilen cevapların içerisinden hangisi daha mantıklı ise, herkes ne anlatıyorsa sen de onu anlatırsan, hocalığına laf yok. Ama bilmiyorum, ya da anlamıyorum demek zor geliyor herkes gibi hocalara da.
Bak iddia ediyorum, bu hocalara, kendilerinin çok iyi bildikleri ve tevili mümkün olmayan bu ayetleri sorduğunda, sana bu ayetin karşısında başka bir ayetle delil getirmekten, yahut: "O zaman imtihan nerede kalıyor" diye soruyu sana iade etmekten başka bir yol izlemeyecekler.
Yine iddia ediyorum ki kardeşim, bunlar birbirine çelişiyor gibi olan bu iki sınıftaki ayetlerden kendi akıllarına daha uygun geleni anlatıyorlar. İş kaderiyyenin sapıklığına gelmedikçe de, esas kader ayetleri ekseninde konuşmuyorlar.
Yukarıda Efendimizin sav. sinirlenerek kızdığı bir hadise geçmişti ya kardeşim. Bu hadiseyi bizlere aktaranlar, o esnada kader hakkında tartışan kişilerin isimlerini de vererek, sahabenin önde gelen kişileri olduğunu söyledikten sonra, kaderle ilgili olarak, bir birlerine Kuran-ı Kerim ayetlerinden deliller getirdiklerini de aktarıyor ve Efendimizin sav. özellikle bu yüzden daha da fazla kızdığını söylüyorlar.
Şimdi şuraya dikkat etmeni istiyorum kardeşim. Efendimiz sav. bizlere bugün bu hoca efendilerin anlattığı kader inancını anlattı da, insanlar başka arayışlara girdiler öyle mi?
Efendimiz sav. kulların özgür iradeleri var, seçimlerini kendileri yapar, akibetleri de bu seçimlerine bağlı olarak ceza veya ödüle tabidir dediği halde, birilerine bu mantıksız geldi öyle mi? Sen buna inanabiliyor musun?
Bugün bu hoca efendilerin anlattığına kim itiraz ediyor ki? İnsana en mantıklı geleni bu zaten. Söylemeye bile gerek yok, akıl bunu emrediyor, otomatikmen kabul ediyor.
Bu gün beş yaşındaki bir çocuğa sor, insanlar neden cennet ya da cehenneme gidecek diye, sana zaten bu hocaların anlattıklarını anlatır. Yahut hiç bilmeyene, bu hoca efendilerin anlattığı kader inancını anlat hemen anlar. Ne tartışma çıkar, ne şüpheye düşer.
Şuna inanabilir misin kardeşim elini vicdanına at. Efendimiz kulun en azından seçme ve tercih etme kadar da olsa bir iradesi var dedi de, birileri çıkıp: "biz kendimizde böyle bir kuvvetin olduğunu varsaymayı Allah cc a ortak koşmak sayarız. Olmaz kulların asla bir iradesi olamaz" dediler öyle mi?
Efendimize sav., hâşâ "biz senden daha iyi müslümanız, biz senden daha fazla Allah cc ın mutlak hükümranlığına ram olduk mu" dediler? Sübhanallah!
Kardeşim şunu bilmeliyiz ki, Kuran-ı Kerimde, biz kulların hiçbir iradesinin olmadığını açıkça ortaya koyan ayetler var. Bunlarla birlikte, "emir ve yasak ifadeleri", "bunu böyle yapmazsanız böyle olur", "bu sizin böyle yapmanız sebiyle böyledir" minvalinde de, bir irademizin olduğu anlamı çıkan daha fazla ayet var.
E ne güzel işte demek ki isteyen istediği gibi inansına giden bir açık kapı var diyebilirsin kardeşim. Ama soruyorum sana, biz dinimizi kimden öğreneceğiz. Bu denli önemli bir konuda son sözü kim söyleyecek? Efendimiz bu mesele hakkında gerekeni söylemedi mi? O ne demiş diye benim merak etme hakkım yok mu?
Elbetteki Efendimiz sav. bunu anlatmadı. O nun anlattığında kulların bir seçim hakkı yoktu, sahabe efendilerimiz bunu bu şekilde anlayıp, bu şekilde iman ettiler. Ama Efendimiz sav. den sonra hızlı bir şekilde bozulma başladı.
Zaten, Allah cc ve Rasulü bize bu işin aslını bildirmeseydi, bizler özgür iradeye sahip olduğumuzdan başka birşey düşünemezdik ki. Başımıza ne gelirse gelsin bir sebebe yorardık. Hiç bir tartışma da olmazdı. Allah cc bize bunu söylediği için bu mevzu bahis oluyor. Yoksa aklımızın ucundan bile geçmezdi bu ayrım.
Kardeşim! Neden özgür irade olmadan imtihan olmaz deyip kestirip atalım. Sana bir kaç misal vererek tam bir imtihan olması için özgür irademizin olmamasının bana neden daha mantıklı geldiğini anlatacağım.
Ama şunu da gözden kaçırmamak şartı ile. Bunun sana ya da bana mantıklı gelmesiyle bir alakası yok. Bu daha mantıklı olduğu için buna inanalım demiyorum.
Sadece onlara özgür irade mantıklı geliyor ya, bana da iradesizlik mantıklı geliyor demek için bu örnekleri vermek istiyorum:
Allah cc bizlerin kalitesini ortaya çıkarmak, en başta kişinin kendisi olmak üzere ilgili tüm şahitler huzunda bizlerin yaratılış kabiliyet ve kapasitelerini gözler önüne sermek için bu imtihanı yapıyor. Yani en basit anlamıyla bu imtihan, ruhlarımızın kalitesinin ortaya çıkarıldığı bir süreç.
Ben de vereceğim misalde, bedenlerimizin kalitesini ortaya çıkarmak için yapılan imtihanı örnek göstererek bir benzetme yapmaya çalışacağım.
Bir hastaneye gidip, check-up yaptıracak olduğumuzu düşünelim. Doktorlar, bedenimizin neresinde ne hastalık, eksiklik, kusur varsa bunları ortaya çıkarmaya yönelik bir çok test yaparlar değil mi?
Bu testler hem kusurlu, hem de kusursuz taraflarımızı ortaya koymaya yönelik bir çok aşamadan oluşur.
Hastaneye gitsek ve bizi kapıda karşılasalar: "Şu kapıdan içeri gir, belirlenmiş bir süre boyunca istediğin gibi gez dolaş, süre dolduğunda da yanımıza gel, sonuçlarını al" deseler.
Bunu kabul edebilir miyiz? İmtihanı yapan kim ise, o imtihanın tüm şartlarını onun belirlemesini beklemez miyiz?
Hadi şartları doktorun belirlediğini varsayarak örneği geliştirelim. Doktor "aç geleceksin" dediğinde, biz "yook ben tok gelirim sonuçta özgür iradem var, ben öyle istiyorum" desek nasıl olur?
"Kan ver" dese, "canım isterse veririm", şu filmi çektir dediğinde: "Bakarız", koşman lazım efor testi yapacağım dese: "Olmaz ben yürümeyi tercih ederim" desek nasıl olur.
Tam bir imtihan olması için, imtihanın tüm şartlarını imtihan eden belirlemeli ve senin imtihana tabi tutulduğun hiçbir alandan dışarı çıkamaman gerekmez mi?
Başka bir örnek vermeye çalışayım:
KPSS sıvanına girecek olsak, bize istediğin saatte gel, istediğin sınıfın istediğin sırasına otur mu derler, yoksa herşey önceden belirlendiği gibi, bir senaryoya bağlı bir şekilde mi ilerler?
Sınavın yeri belli, saati belli, soruların tamamı belli olması gerekmez mi?
Bu sınavı kim yapıyorsa, tüm şartlar daha ortada hiç birşey yokken önceden belirlenmeli değil mi?
Ben kendi imtihanımın sorularını kendim belirlerim, canımın istediği soruları kendime kendim sorarım demek neden mantıklı geliyor herkese kardeşim?
Şu misale de yine birlikte bakalım kardeşim:
İkinci el bir araba satın almak istediğimizi düşünelim. Bir arabanın kalitesi nasıl ortaya konulur, neresi nasıl test edilir bilmiyoruz. Bu yüzden tüm bu testleri yacak bir expertiz firmasına gitmiş olalım.
Arabayı park edip inelim arabadan. Exper gelsin aracın başına ve öylece dikilip seyretsin.
Sonrada sana desin ki: "Ben bu arabayı çeşitli testlere sokacaktım ama araba benim istediğim şeyleri bir türlü yapmadı.
Kaputunu açsa motoruna bakacaktım, kapılarını açsa iç dizaynına bakacaktım.
Çalışıp gaz verse, egzos dumanını inceleyecektim.
Ama bu araba benim değil, kendisinin istediği yapıyor" dese ne derdik?
Dediğim gibi bu örnekleri iradesiz varlıklar olduğumuzun delili olarak değil, iradesiz olarak ta imtihanın mümkün ve hatta daha mantıklı olduğunu anlatmak için verdim.
Hayatın hiç bir alanındaki hiç bir imtihan bizlerin özgür iradesi ile yapılmaz kardeşim. İmtihan dediğin şey her zaman koşulları her detayına kadar belirlenmiş şartlar altında yapılır. Ve imtihanı yapan bu imtihanla neleri açığa çıkarmayı murad etmişse, ona göre testler yapar, ona göre sorular sorar.
Sen sadece o en baştan belirlenmiş sorulara cevap veren durumundasındır. Ötesi yok.
İşte bizim imtihanımız da böyle Kardeşim. Rab Teala bizlere en baştan bizzat kendisinin belirlediği soruları soruyor ve bizden bu sorulara rızasına uyan doğru cevapları vermemizi istiyor. İstese bizleri hiç bir imtihana da sokmadan notumuzu verebilirdi. Ama böyle dilemiş, yaşatarak kendimizin de görmesini murad etmiş.
Bu imtihan, sonucu merak edilen bir imtihan değil. Herşeyin çoktan olup bittiği bir imtihan. Sadece ne olduğumuz gösteriliyor bize kardeşim. Bak bunu kafamdan söylemiyorum. Yeri geldiğinde delillerini vereceğim zaten. Soruların sorulma mantığını da, cevapların verilme mantığını da bize anlatıyor zaten bu din.
Şimdi bırakalım bu örnekleri gerçek hayatımızdaki imtihana bir bakalım kardeşim. Bakalım özgür irade ne kadar mantıklı.
Allah cc bizi yaratan olduğu için tüm iyi ve kötü yanlarımızı en ince teferruatına kadar biliyor değil mi? Dünyaya göndermese ve bizim bu iyi ve kötü taraflarımızı, yaşata yaşata bizlere göstermese ve dese ki sen cennetliksin yahut cehennemliksin. Demezmiydik keşke neden böyle olduğumuzu bize de bilecek bir imkan verseydin Yâ Rabbi.
İşte dünya bu sebeple var. Al bize imkan. Yaşayalım ve görelim bakalım neymişiz.
Düşünebiliyor musun? Allah cc dünyalık nimetler karşılığında nasıl tutum aldığımızı gösterecek bize, ama bizim çalışıp para kazanmamız, yahut mirasa konmamız ne bileyim piyangoyu kazanmamız lazım. Allah cc bekliyor, bekliyor ama bizde tık yok. Hâşâ Allah cc bizim dünya malı karşısında nasıl tutum aldığımızı bizlere gösterebilmek için, bize mı muhtaç?
Yahut bizi evlatla imtihan ederek, bizlerin durumu hakkında neyi murad ediyorsa onları açığa çıkaracak. Ama biz diyoruz ki, biz özgür irademizle ister evleniriz, ister evlenmeyiz, ister çocuk yaparız ister yapmayız. Bunu dediğimizde, Allah cc a hâşâ ne ile imtihan olacağımızı biz seçeriz demiş olduğumuzu neden fark edemiyoruz.
Herşeyi sebeplere bağlama hastalığımız gözlerimizi kör etmiş. Şöyle olduğu için böyle, böyle yaparsan böyle... Kendim yazar, kendim oynarım buna da imtihan derim ne âlâ.
Kendi aramızda geçen bir konuşmayı örnek göstermek istiyorum kardeşim. Pandemiden sonra ev ve araba fiyatlarının katlanarak arttığı dönemdeki aylık toplantılarımızdan birisiydi. Kardeşlerimizden bir tanesi, Allah cc fakire yardım etsin dedi. İyi de dedi. Bir başka kardeşimiz fakirin artık ev alma imkanı kalmadı dedi, diğeri artık ev de alamaz araba da diye devam etti. Sonra bir diğerimiz, fakir artık karnını doyurduğuna şükretsin diye ekledi.
Hâşâ Allah cc fakire ev verecekti de fiyatların düşmesini mi bekliyor. Allah cc ın dünya malı ile imtihan edeceği kulları, enflasyon yüzünden imtihan edilemez mi oldu? Yok Allah cc veriyorsa miktarı ve vasfı belli değil de rast gele mi? Hangi işte, hangi şartlarda, ne kadar çalışarak gelecek bu para?
Kardeşim bunların hiç birisinin benim yakındığım şeylerin kast edilerek söylenmediğini biliyorum. Ama zehirlenip uyuşturulmuş gibi, hipnoz edilmiş gibi, algılarımızın manipüle edildiğini göstermiyor mu bu konuşmalar.
Hiç konuşmayalım mı o zaman... Konuşalım ama Allah cc ın razı olduğu gibi konuşamıyorsak üzülelim. Sahabe Efendilerimiz neden az konuşmak için ağzında taş saklıyor?
Sonuç olarak şunu iyice anlayalım ki kardeşim! Allah cc bizi o evde ve o komşularla, o okulda ve o arkadaşlarla, o eşle ve o çocuklarla, her kuruşu önceden tayin edilmiş o kadar parayla, o sofradaki o yemeklerle, o ayakkabının o bağıyla imtihan edecek. Bizse sadece bunların hepsini kendimiz tercih ettiğimizi sanacağız ya da artık böyle düşünmekten vaz geçeceğiz.
Bize şu soruları sorsalar:
Soruları biraz uzatsalar, kızarız artık: "Deli misin be adam herşey Allah cc tan. deriz." Peki tüm bunları Allah cc bildiği için mi yazmış kaderine, yoksa böyle olmasına hükmettiği için mi? Cevap, bildiği için.
Hani herşey Allah cc tan dı kardeşim? Meğerse bu cevapların hepsi ayıp olmasın diye miydi? Yoksa ben kazandım ama Allah cc ta yardım etti niyetiyle mi veriyorduk bu cevapları?
Yoksa,"Eğer isteseydi bir engel koyardı, bana bunu yaptırmazdı, tabi ki herşey O'nun elinde" mantığında bir cevap mı veriyorduk? Sübhanallah!
Şu Ayeti Kerime de bu genel tabloya işaret ediyor:
Yedik, içtik, gezdik, güldük, eğlendik fazlası ile yeter! Allah cc en fakirimize bile krallara vermediği imkanlar verdi. Bizse farkında bile olmadan O'nun mülkünde O'na ortak olma anlamına gelecek tavırlar tutunduk.
Sırf bize daha mantıklı geliyor diye bu kader konusunu hiç araştırma ihtiyacı hissetmedik.
Zaten anlaşılması çok zordu... Zaten dokunanın ayağı kayıyordu... Fazla kurcalamamak emredilmişti... Sübhannallah!

Kardeşim madem her şey ezelde daha hiçbir şey ortada yokken Allah cc tarafından belirlenmişse, bunun dışına çıkmamız mümkün de değilse, imtihan nereden ileri geliyor? İmtihanın ne anlamı var? sorusu bizler için kader konusunu kavramanın can damarı gibi bir duruma gelmiş ne yazık ki.
Hal bu ki sahabe bunu dillendirmemiş. Demişler ki: "Bunca zahmetin ne anlamı var?" Yani: "Allah cc bizleri layık gördüğü ve içinde ebedi kalacağımız yere yerleştirseydi de olurdu. Biz yine rabbimizden ve O'nun cc ortaya koyduğu ölçüden razı olurduk."
İşte sahabe efendilerimizin bu yaklaşımını görünce: "Biz bunlarla kardeş miyiz?" demekten başka bir şey gelmiyor aklıma. Onların düşündüğüne bak, bizlerin düşündüğüne.
Hâşâ Allah cc, hem her şeyi belirleyip, hem de kullarının iyisini kötüsünden ayırmaktan aciz mi?
Tamam, onların ilgilenmedikleri bu cihetiyle biz ilgilenelim, zaten bunları konuşmamız da, kaderin kırmızı çizgisi içerisinde kalıyor, sorun yok. Soralım kendimize, Allah cc bize ezelde takdir etmemişse namaz kılamıyorsak ve yine ezelde bizzat kendisi takdir etmemişse en ufak bir iyilikte bulunamıyorsak ve işlediğimiz tüm günahları Allah cc bizlere ezelde takdir ettiyse, biz nasıl kazanç elde edelim veya zarara uğrayalım?
Kardeşim! İnan bunun cevabını bize veriyor bu din. Bu benim keşfettiğim bir sır değil, sadece çok zeki insanların anlayabileceği bir incelik asla değil. Sana kendi parlak fikirlerimi de anlatmıyorum. Anlamak için bir kere dinlemen yeter.
Önce İslamın en temel prensibini ortaya koyan şu hadisi şerif e bir bakalım:
Şu hadisi şerifi de bir hatırlayalım:
Bir de şu hadisi şerife bakalım:
Kardeşim! Önce kestirmeden sorumluluğun nereden ileri geldiğini birlikte tespit edelim. Sonra gerçekten böyle mi diye de, istediğimiz kadar fikir üretip delil toplayalım gereği kalırsa.
Kardeşim kendi hayatımızdan biliyoruz ki, karşılaştığımız hiç bir olaya kayıtsız kalmıyor kalbimiz. Mutlaka bir reaksiyon veriyor. Bir gün içerisinde yeri geliyor onlarca insanla muhatap oluyoruz, alıyoruz satıyoruz, yüzlerce fikir geçiyor aklımızdan, eskiyi ve yeniyi düşünüyoruz. Birçok planlar yapıyoruz. Hele şimdi elimizde telefon, yeri geliyor yüzlerce kısa video seyrediyoruz. Bir sürü sorunla, bir sürü güzel şeyle karşılaşıyoruz ve kalbimiz her şeye bir reaksiyon veriyor.
Daha biz bir şeye elimizi uzatıyorken, kalbimiz kırk cihetten onunla reaksiyona giriyor. İşte o an içinde bulunduğumuz eyleme kalbimizin verdiği reaksiyon, bizim kalitemizi, bir şeyi niçin ve ne maksatla yaptığımızı gösteriyor.
Allah cc bizlere bin sene önür verse, bin sene hep O nun yapın dediği amelleri yapsak, Allah cc kalplerimize bakar. Bin sene razı olmadığı fiiller içerisinde bulunsak, yine kalplerimize bakar.
Kardeşim biliyorsun kiramen katibin melekleri her hareketimizi kayıt ediyorlar ama hiç bir eylemimizin sevap veya günah karşılığını yazmıyorlar. Çünkü kalpleri sadece Allah cc bilir. O fiilin içerisinde olduğuna bakarak hüküm vermek şeriat kadısının işidir. Çünkü şeriat zahire hükmeder. Allah cc ise ameline değil, o ameli yaparken kalbinin verdiği reaksiyonlara bakar.
Sana bunu ispat etmek için birçok delil getirebilirim ama gerek görmüyorum. Bu konuda farklı bir düşünce içerisinde olduğumuzu zannetmiyorum kardeşim.
Yine de bu konuya güzel bir örnek olan şu hadisi şerifi de hatırlayalım:
Allah Teâlâ ona verdiği nimetleri hatırlatır, o da hatırlar ve bunlara kavuştuğunu itiraf eder. Cenab-ı Hak:
- Peki, bunlara karşılık ne yaptın, buyurur.
- Şehit düşünceye kadar senin uğrunda cihad ettim, diye cevap verir.
- Yalan söylüyorsun. Sen, "babayiğit adam" desinler diye savaştın, o da denildi, buyurur. Sonra emrolunur da o kişi yüzüstü cehenneme atılır.
Bu defa ilim öğrenmiş, öğretmiş ve Kuran okumuş bir kişi huzura getirilir.
Allah ona da verdiği nimetleri hatırlatır. O da hatırlar ve itiraf eder. Ona da:
- Peki, bu nimetlere karşılık ne yaptın, diye sorar.
- İlim öğrendim, öğrettim ve senin rızan için Kur'an okudum, cevabını verir.
- Yalan söylüyorsun. Sen "alim" desinler diye ilim öğrendin, "ne güzel okuyor" desinler diye Kuran okudun. Bunlar da senin hakkında söylendi, buyurur.
Sonra emrolunur o da yüzüstü cehenneme atılır.
Sonra Allah'ın kendisine her çeşit mal ve imkân verdiği bir kişi getirilir. Allah verdiği nimetleri ona da hatırlatır. Hatırlar ve itiraf eder.
- Peki ya sen bu nimetlere karşılık ne yaptın, buyurur.
- Verilmesini sevdiğin, razı olduğun hiçbir yerden esirgemedim, sadece senin rızanı kazanmak için verdim, harcadım, der.
- Yalan söylüyorsun. Hâlbuki sen, bütün yaptıklarını "ne cömert adam" desinler diye yaptın. Bu da senin için zaten söylendi, buyurur.
Emrolunur bu da yüzüstü cehenneme atılır.
Müslim, İmâre 152
Kardeşim Efendimizin tüm anlatısı bu gerçek üzerine kurulu. Hadis kitapları bunlarla dolu.
Burada bahsedilen bu üç kişi, fill olarak tam da verdikleri cevaplardakini yaptılar. Şehit olan, kafirle harp ederken öldü. Alim olan belki yüzlerce ilim talebesi yetiştirdi ve hiç birisine de İslamın emir ve yasaklarından başka hiç bir şey anlatmadı. Zengin de gerçekten malını fakirlere dağıttı.
Ama gel gör ki, Allah cc hepsini yok saydı. Hadi bu adamlar şöyle desin: "Yâ Rabbi biz ancak senin yapın diye emrettiklerini yaptık. Bize bu yaptıklarımızın karşılığı olarak türlü vaadlerde bulundun. Şimdi hepsini yok sayıyorsun." Sübhanallah!
Kardeşim Allah cc zaten kendisinin yaptırdığı eylemler için neden bir ücret ödesin. Bütün iyilikleri bize kendisi yaptırıyorken, sırf bu eylemin içerisindeyiz diye bizleri neden cennetine alsın.
Aynı şey haram olan fiillerin işlenmesinde de böyle değil mi kardeşim? Allah cc üç kişiye haram saydığı bir fiili işletse, üçünün de bu işten alacağı ücret aynı mı olur?
Kardeşim yine İslamın en temel prensibini hatırlayalım. Günahından dönen o günahı hiç işlememiş gibidir. Bununla ilgili sana ayetlerden, hadislerden deliller getirmeme gerek var mı?
Yine de şu ayete birlikte bakalım:
Biz biliyoruz ki, bağışlanmayı dilemenin, sadece dil ile söylenmesinin hiç bir geçerliliği yok. Çünkü bu bir aksiyondur ve aksiyon almak sadece Allah cc a aittir. Ama burada kalbin takınacağı tavır reaksiyondur ki, bizden beklenen tamamen kalbin reaksiyonudur.
Şu ayete de birlikte bakalım:
Bak burada kötülüğün affedilmesini bırak, iyiliğe çevirileceği müjdesini bile veriyor Rab Teala. Bir de amelden bahsederken salih amel olarak bahsediyor.
Kardeşim az önce de dediğim gibi şeriat amelin kendisine bakar. Allah cc ise amelin kendisine değil salih olarak belirttiği kapsam içerisinde olup olmadığına bakar. Bizlerin belki de düştüğü en büyük hatalardan birisi, şeriat ilminin metresi ile ile hakikati ölçmeye çalışmamızdandır.
Bak sana özgür irademiz olduğunu anlatanların, kanıt olarak öne sürdükleri bir olayı paylaşayım. Sonra birlikte anlamaya çalışalım:
Bu hadisenin kaynağını bulamadım ilk bakışta ama önemli değil kardeşim. Biz bunun yaşandığını varsayalım.
Kardeşim bizim buradan çıkaracağımız iki ders var. Birincisi hırsızlık yapanın elinin kesilmesini kim emrediyor? Tabi ki Allah cc. O zaman bu kişinin eli kesilecek, bunun aksi düşünülemez. Peki bu iş gerçekten de Allah cc ın takdiri ile mi gerçekleşti. Evet. Bunu Hz. Ömer de çok iyi biliyor. Ama dikkat et neye kızıp ayrıca bir ceza artırımı yapıyor? Adamın bunu söylemesine.
Peki aynı adam şöyle söyleseydi:"Biliyorsun ki Ey Ömer, bizler Allah cc ın bizlere takdir etmedikleri bir fiil işleyemeyiz. Ben de O nun takdiri ile bu ameli işledim. Bunun için çok pişmanım. Cezama razıyım ama benim esas sorunum Rabbimle arama bu çirkin işin girmesi."
İş değişmezmiydi kardeşim. Cezası sadece elinin kesilmesi olurdu. Hatta hafifletici bir nedeni var mı diye olayı didik didik ederdi Hz Ömer ra. İlla da kesilmesi gerekiyorsa da, Hz. Ömer ra. üzülmezmiydi bir kardeşimizin bu hale düşmesine.
Ama yook adam pişkin! Verdiği reaksiyon onun ne mal olduğunu çok iyi ortaya koyuyor zaten.
Halbu ki bak gerçek bir mü'min de Allah cc ın haram saydığı bir fiilin içerisinde bulunuyor ama nasıl reaksiyon veriyor kardeşim:
Kadının ısrarı karşısında Hz. Peygamber: ‘‘Ne oldu?’’ diye sorunca kadın: ‘‘Zinadan dolayı hamileyim’’ dedi. Hz. Peygamber: ‘‘Sen mi? diye sorunca kadın: ‘‘Evet’’ cevabını verdi. Hz. Peygamber: ‘‘Karnındakini doğuruncaya kadar git’’ dedi.
Kadın çocuğu doğuruncaya kadar Ensardan bir adamın himayesinde kaldı. Kadın çocuğu doğurunca kundak içerisinde Hz.Peygamber’e getirdi. Hz. Peygamber: ‘‘Sütten kesilinceye kadar onu
emzir’’ dedi.
Kadın, çocuğunu sütten kesince elinde bir ekmek parçasıyla Hz. Peygamber’e getirdi ve: ‘‘Ey Allah’ın Nebisi! Çocuğu sütten kestim ve ekmek de yiyor’’ dedi. Bunun üzerine Hz. Peygamber, çocuğu Müslümanlardan birisine verdi ve kadının göğsüne kadar çukur kazılmasını emretti. Çukur kazıldıktan sonra insanlara onu recmetmelerini emretti.
Hâlid b. Velîd bir taş alarak kadına attı. Taş kadının başına gelince Hâlid b. Velîd’in yüzüne kan fışkırdı. Bunun üzerine Hâlid, kadına ağır sözler söyledi. Hz. Peygamber, Hâlid’in bu sözlerini duyunca: ‘‘Ey Hâlid, yavaş ol! Nefsim elinde olan Allah’a yemin olsun ki, o öyle bir tövbe etti ki, Sâhibu Meks onun yaptığı gibi tövbe etseydi mutlaka affolunurdu.
Sonra Hz.Peygamber, onun cenaze namazını kıldırdı.
Müslim, Hudûd 22, 23, 24; Ebû Dâvud, Hudûd 23; Tirmizî, Hudûd 9; İbn Hacer, Fethu’l-Bârî, XII, 140-148, 166-171, 180, 192-193
Kardeşim konu buraya gelmişken sana çok vahim bir gözlemimden bahsetmek istiyorum. Bize cüz-i irade adı altında özgür iradeyi anlatanların sıkça delil olarak getirdikleri bir ayet var Kuran-ı Kerimde.
Önce bu ayeti birlikte inceleyelim:
Kardeşim bu ayete ilk baktığımızda gerçekten de bizim bu işleri yapmamız, Allah cc ın dilemesi ile olmuştur diyorlar gibi bir intiba oluşuyor. Ama görüyoruz ki, ayetin sonunda Allah cc bunların yalan söylediklerini bildiriyor bize. O zamanda, bu işin Allah cc ın dilemesi ile olmadığı gibi sonuç çıkıyor ortaya.
İşte bu sebeple de, bu ayeti özgür iradenin varlığına bir delil sayop: "Fiillerimizi Allah cc belirliyor diyenler yalancıdır, kendi kuruntularına uymaktadırlar" diyorlar.
Halbu ki olay hiç te bize gösterdikleri gibi değil. Bu ayetleri pasajın başından itibaren okuduğunda meseleyi anlıyorsun. Bu adamlar, sahte bir peygamber gibi davranıp, Allah cc adına emirler uyduruyorlar.
Bir çok konuda hüküm uydurup, bunlar Allah cc ın emirleridir diye yayıyorlar ortaya ve: "Allah cc, bize bunları yapmamız gerektiğini bildirdi. Eğer O nun bu emirleri olmasa, biz bunları yapmazdık" diyorlar.
Allah cc da, Peygamberine: "Benim bu şekilde onlara bildirdiğim herhangi bir emrim yok. Onlar yalan söylüyorlar" diyor.
Kardeşim içine düştüğümüz oyunu görmen lazım. Hadi modernist, reformist, müsteşrik dedikleri kişileri bir tarafa bırak, bu örneği bugüne kadar güvendiğim hocalardan dinlemek beni korkutuyor. Çünkü yanlış anladıkları için değil, çarpıtmak için delil ürettikleri kanaatine kapılıyorum.
Kader yazgısının ne olduğunu anlatan ayet ve hadisleri sen de okuduğunda, varacağın ilk kanaatin bu olacağına inanıyorum.
Kardeşim şu ayetlere de birlikte bakalım:
Görüldüğü üzere kardeşim, Allah cc baştan beri konuştuğumuz konuya bir vurgu yapıyor burada. Önce iyiliğin de kötülüğün de kendisinden olduğunu söyledikten sonra, kötülük içerisinde olmaya sebep olan şeyin nefis olduğunu bildiriryor.
Bak buradan şunu anlamayalım: "İyilik yapmaya gücümüz yok ama kötülük yapmaya gücümüz var." Hayır, her ikisini de yapmaya gücümüz yok. Zaten hepsi Allah cc tandır diyor Rab Teala.
Hani dedik ya, dünyanın imtihanı kalitemizin ne olduğunu ortaya çıkarmak... İşte nefsimizin pisliğini göstermek için de bu kötü amellerin içerisine sokuyor Allah cc bizi. Çünkü O zaten vereceğimiz reaksiyonu biliyor, sadece bizi de şahit tutuyor, bize de gösteriyor. Bazen yaptığımızdan utanıp tövbe psikolojine giriyoruz, bazen se olsa da yine yapsak psikolojisine.
Bize türlü sebeplerle kendimizi tanıma ve tövbe ve düzelme reaksiyonu gösterme fırsatı tanıyan Allah cc a sonsuz hamd olsun.
Peki Kuran-ı Kerimde belki yüzlerce ayette Allah cc bizlere neden yapın ya da yapmayın gibi şeyler söylüyor? Bunları yapacak veya geri duracak gücümüz yoksa, bu ayetleri nasıl değerlendireceğiz.
Kardeşim! Üstüne basa basa, tekrar tekrar söylüyorum imtihandayız. Eğer Rasulleri ile, kitapları ile bize bildirmeseydi, Allah cc ın hangi fiillerden razı, hangilerinden razı olmadığını nasıl bilecektik?
İmtihan olması için şartların, ölçülerin, emir ve yasak kavramlarının olması son derece normal zaten. Rab Teala'nın bu emirlerine Teklifi Emir deniliyor. Oysa Allah cc tüm mahlukatını, bu telifi emirleri ile değil, Tekvini Emir denilen kudreti ile sevk ve idare ediyor.
Mesela Allah cc bizlere namaz kıl dediğinde, biz anlayacağız ki, Allah cc kendisine secde edilmesinden razı. O halde, şayet bize namaz kıldırırsa şükür reaksiyonu vermeli kalbimiz. Eğer kıldırmazsa da sabır reaksiyonu.
Eğer haram kıldığı bir eylemin içerisine sokarsa bizi, o zaman sabır reaksiyonu vermeli kalbimiz, yok eğer helal saydığı bir fiilin içerisine sokarsa o zaman da şükür reaksiyonu vermeli kalbimiz.
Buna bu şekilde inananın otomatikmen duracağı nokta korku ve ümit arasında olur. Allah cc ın kendisine tayin ettiği amellerine güvenmez, bunların salih amel vasfı taşımasıyla ilgilenir. Günaha düştüğünde de, bunu hatasını görmek bakımından bir fırsat kabul ederek, tövbe psikolojisine girer. Hem bana günahı yazıp, hem de bana hesap mı soracaksın diye çıkışmaz ve günahıyla sevabıyla insan kalır, şeytanlaşmaz.
Efendimiz sav. bizlere bu yüzden iman iki eşit parçadır, yarısı sabır, yarısı şükür diyor. Çünkü kalbimizin verdiği binbir çeşit reaksonun üst başlığında ya sabır var, ya şükür. Allah cc de bize tekrar tekrar bu konudaki eksikliğimizi bildiriyor ayetlerinde. Gerçekten de ne kadar az şükrediyoruz.
Tüm bu ayetlere bu cihetten yaklaşmalıyız kardeşim. Allah cc Hz. Ademe cennette istediğin gibi gez dolaş ama sadece şu ağaca yaklaşma dedi. Ama Allah cc Onun kaderine o ağaca yaklaşmayı yazmıştı. Bu yazgı belirlenen zamanda devreye girdi ve Hz. Adem o meyveyi yerken buldu kendisini.
Sonra ne yapayım kader böyleymiş demedi, pişmanlıktan ve üzüntüden türlü hallere girip, tövbe reaksiyonu gösterdi.
Hz Adem kader yazgısının işleyişini çok iyi biliyordu. Bu olayla ilgili kutsi hadisi vereceğim yeri geldiğinde kardeşim ve göreceksin ki, başka hiçbir delil olmasa bile bu, tek başına yeterli.
Bu bölümde anlattıklarım, özgür iradeye sahip olmadığımızı ispat etmeye yönelik değildi. Sadece özgür irade olmadan da imtihan olabileceğini daha açık bir şekilde ifade etmek içindi kardeşim.
Bu bölümü şu sözle bitirmek istiyorum kardeşim. Bence özetliyor bu bölümü:
"İMTİHAN: ALLAH AZZE ve CELLE'NİN ALDIĞI AKSİYONLARA VERDİĞİMİZ REAKSİYONLARDIR!"

Az önce, bu meseleyi uzun süredir konuştuğumuz bir kardeşim bana: "Yahu herşeyi anladım da, niye dua ediyoruz onu anlamadım!" dedi. Hayret!
Gel bu durumu birlikte müteala edelim kardeşim. Bu dünyayı yaratan Allah cc, hayatın her alanını kendi hükmü ve iradesi ile yönetiyor doğru mu? Tabiri caizse, tüm sebepleri kendisi ile bizlerin arasına perde kılan da kendisi, sistemi bu şekilde tasarlayan da bizzat kendisi öy değil mi?
Bugün ben çıkıpta çalışmaya gerek yok, yorulmaya gerek yok, dua etmeye gerek yok, çünkü zaten ezelde takdir edilen hiç bir şey değişmeyecek desem, doğru bir davranış içerisinde olur muyum? Kesinlikle hayır. Peki çalışalım, Allah cc çalışmayana vermez, çalışmazsak kazanamayız desem olur mu? Yine olmaz.
Peki, buradaki çelişki gibi görünen şey, nereden ileri geliyor? Kardeşim, öncelikle, bu tür söylemleri dillendirmek, fiili olarak seslendirmek bir aksiyondur. Biz kulların aksiyon alabilme özelliklerinin olmadığını anlatmıştım. Yani nasıl ki, çalışalım ya da çalışmayalım demek eylemi bir aksiyonsa, dua etmek eylemi de bir aksiyondur. Burayı hiçbir zaman aklımızdan çıkarmamamız gerekiyor.
Yani daha açık bir ifade ile, biz kulların, çalışmayı güzelleyen sözler sarf etmesi de, tam tersi şeyler söylemesi de kendimizde var olan bir irade ile yaptığımız şeyler değil. Dua da böyle. Hal böyle olunca, Rab Teala eylemin görünen bu kısmını değil, bu eylem esnasında kalbimizin takındığı tutumu değerlendiriyor.
Bir aksiyon olarak dua özelinde devam edecek olursak: Duayı ettiren zaten Allah cc tır kardeşim. Bu süreç içerisinde kalbinin reaksiyonlarına göre de buradan bir sonuç çıkar. Bu sonuç Rab Teala'nın mahiyetini asla kavrayamayacağımız hassasiyetteki değerlendirmesine tâbîdir. Allah cc ın, Kuran-ı Kerimde: "Bana sadece güzel sözleriniz ulaşır!" demesi de bunu gösteriyor bizlere.
Sürekli olarak dua eden kullar olmamız isteniyor bizden değil mi? Ama Allah cc bunu bize yazmamışsa, asla böyle bir şey yapma imkanımızın olmadığı bilgisi de bizlere veriliyor. O halde bu çelişki gibi görünen durum karşısında kalplerimiz iki türlü reaksiyon verebilir.
Ya: "Şuna bak, hem dua edebilecek bir gücümüz yok, hem de dua etmemiz emrediliyor, olacak iş değil!" psikolojisine gireriz; ya da: "Rabbim..! Dua etmeniz olmasa, Allah cc size ne diye değer versin! diyorsun. Bense dua edenlerden değilim. Bu halimden memnun değilim, bir rahmet gönder katından da, ben de dua edenlerden olayım." psikolojisine gireriz. Dikkat et kardeşim. Bu sözleri söyleriz demiyorum, bu istikamette bir duyguya gireriz diyorum.
Dua da, hayatın her ânı gibi bir imtihandır kardeşim. Bizler, bir aksiyon anlamında dua ettiğimiz için değil, Allah cc vermeyi, bizzat kendisinin ettirdiği duaya denk getirdiği için, duaya konu olan şeyle buluşuruz. Bazen: "Dua etmesem olmayacaktı." psikolojisine gireriz, bazen: "Rabbim o kadar dua ettim neden vermiyorsun!" psikolojisine, bazen de şükür reaksiyonları verir kalbimiz.
Kısacası kardeşim: "Yahu herşeyi anladım da, niye dua ediyoruz onu anlamadım!" diyen kişi, kendisinde bunu yapabilme kudreti olduğunu varsaydığı için bunu söyler. Halbu ki dua edip etmeyeceği Levhi Mahfuz da ne şekilde yazıldı ise o şekilde olacaktır. Allah cc bizlere, bizzat kendisi dua ettirerek neyi amaçlamaktadır, neleri ölçümlemektedir bilemeyiz.
Şu kadarını bilsek bizim için kâfîdir. Allah cc bizleri, razı olduğunu bildirdiği fiiller içerisine soktuğunda memnun, rızası dışındaki fiiller içerisine soktuğunda huzursuz oluyorsak, bu iyi; tam tersi reaksiyonlar veriyorsak bu kötüdür. Rab Teala, rızasının hudutlarını bizlere yeterince açık bir şekilde bildirmiştir.
Rab Teala bizlere, çalışmak iyi, tembellik kötü diyorsa, çalıştırdığı zaman şükür duymalıyız. Namaz kılmak iyi, kılmamak kötü diyorsa, kıldırdığı zaman huzurlu, kıldırmadığı zaman huzursuz olmalıyız.
Bunun da rolü, kandırmacası, hesabı, planı olmaz. Zira kalbimize hükmedemiyoruz. Bu yüzden de, dünyaya birşey kazanıp kaybeder pozisyonda değil, neye, neden müstehak olduğumuzu, yaratılış kabiliyet ve kapasitemizi görmeye ve öğrenmeye geldik kardeşim.
Bu aksiyon reaksiyon önermesi, herşeyin kaderimizde yazılı olduğu halde nasıl imtihan olduğumuzu kavramaya yönelik bir izahtan başka birşey değildir kardeşim. Fakat bu yaklaşım, İslam'ın genel ruhuna uygun bir anlayıştır. Bu sistemi anlayan bir kişide: "Madem herşey kaderimizde önceden yazılmış, o zaman neden hesap soruluyor, neden sorumlu tutuluyoruz" gibi sorular olmaz kardeşim.
İşin sonunda da mesele şurada düğümlenir. O reaksiyonları veren ve kalp olarak isimlendirdiğimiz şeyi yaratan da Allah cc değil midir? Allah cc ın bizlere verdiği bu kalbin tüm özellikleri de Allah cc tarafından belirlenmemiş midir? Hele heleki bu kalp dediğimiz şey, tamamen reaksiyoner ve edilgen, değiştirmenin, geliştirmenin, düzeltmenin de bizlerin elinde olmadığı bir yapı iken.
İşte kaderin konuşulması yasaklanan kısmı burasıdır kardeşim. Yanlış anlaşılmasın, bunun konuşulmasından Allah cc ın hâşâ bir çekincesi yoktur. Bu konuşulursa, insanların hepsi isyan eder, kulluk yapacak kimse kalmaz gibi bir ihtimal değerlendirilmemektedir ve O cc böyle bir aksiyon almaksızın, bunlar aklımızın ucundan bile geçmez zaten.
Burada çok ince ve bizler için paha biçilmez değerde bir güzellik vardır... Bu güzellik te, Rab Teala'nın türlü şekillerde merhametinin sonsuz olmasından bahsetmesinin içinde gizlidir.
Ne diyordu İmam Tahavi hatırlayalım: "Kader, Allah cc ın kulu ile arasındaki sırrıdır. Bunu ne bir peygamber, ne de mukarrab bir mekelk bildi!" Şurası bir gerçek ki, kader konusunun bize bildirilmeyen bir kısmını bizlerin bilmesi mümkün değildir. Bildiğimiz birşey varsa o da: "Allah cc kimi ne için yaratmışsa, onun için gerekli olan odur. O oraya aittir. Yaratılış amaç ve gayesi orada anlamlıdır."
Allah cc a NİYE? diye bir soru soramayız. O'nun mülkünde O'ndan başka hiç kimsenin tasarruf etme yetkisi de, hakkı da yoktur. Dilerse, yarattığı tüm mahlukatını sonsuza kadar cehennemde tutar. Dilerse, tüm mahlukatını cennette tutar. Bu da bir adaletsizlik olmaz.
Hâşâ karşımızda pazarlık yapabileceğimiz, müzakerede bulunabileceğimiz, kararları üzerinde tesirli olabileceğimiz bir arkadaşımız yok. Bize sorup danışan, bizim etkimiz altında tutum ve davranışlar içerisine giren bir zat ile de muhatap değiliz. Elhamdulillah!
Eğer Rab Teala'yı biraz tanımış olsak, O'na karşı güven, sevgi, rıza gibi reaksiyonlardan başka hiç birşey vermezdik. Çünkü ruhlar özünde Allah cc a aşık yaratılmışlardır. O'nu cc, bu dünyada iken bir nebze tanıma bahtiyarlığına erişen kullarından biliyoruz bunu. Onlar ne cennet, ne de cehennemle alakadar değiller. Mesela onlara şeytan dese ki: "Allah cc seni ebedi olarak cehenneme atabilir ve bu konuda sen bir hak iddia edemezsin!" Güler geçerler. Belki de derler ki: "Allah cc beni cehenneme atsa, yine de benden vaz geçmez, yine de beni rızıklandırır. Bana O'nun cc kulu olmak yeter!"
Yaratılış ve imtihanı, muhasebeci mantığı ile alacak verecek hesabı üzerinden değerlendirmekten kendimizi alamıyorsak ta kardeşim, varsa bu imkan, en azından bunun üzüntüsünü yaşayalım.
Cehennem hafife alınacak bir yer değil evet, ama Allah cc ın tabiri caizse bizden yüz çevirmesi karşısında yok hükmünde.
Cennet te muhteşem güzellikte evet, ama ruh aslına erdiğinde asla bununla yetinecek bir varlık değil.
Bugün bunu kavrayamıyor olmamız, en azından bilgi düzeyinde bunu tespit etmemize engel olmamalı.

(Bunu bilin ki,) elinizden kaçan şeylere üzülmeyesiniz ve elinize geçen şeylerle de şımarmayasınız. Çünkü Allah cc, kendini beğenip küstahça davrananları sevmez.
Hadid Suresi 22-23. Ayetler
Kardeşim! Allah cc bu Ayet-i Kerime'de, daha bizleri yaratmadan önce herşeyi Levhi Mahfuz'da yazdığını bildiriyor. Giriş cümlesinde önce, sadece musibet olan şeyler yazılmış gibi anlaşılsa da, devamında bu ifadenin isabet eden herşey anlamında kullanıldığı anlaşılıyor.
Konunun buraya kadar olan kısmına, yani 22. ayette verilen bilgiye kimse itiraz etmiyor. Ne Kaderiyye ne Cebriyye ne de diğerleri. Kaldı ki, Allah cc ın daha ortada hiç birşey yokken, herşeyi önceden yazdığı konusunda, hem Kuranda hem sünnette reddedilmesi imkansız çok fazla delil var.
Rabbimiz bize bu bilgiyi verdikten hemen sonra, bu gerçeği bildirmesinin sebebinin, elimizden kaçan şeyler yüzünden üzülmememiz, elimize geçen şeyler yüzünden de şımarmamamız için olduğunu söylüyor.
Kardeşim, bize ehli sünnetin kader inancı budur diye özgür iradeyi anlatan ve bizlerin tercihlerimizi bu hür irademize göre yaptığımızı söyleyen kişiler ne diyordu? "Evet, Allah cc kaderimizi daha bizi yaratmadan önce yazdı. Ama biz yapalım diye değil, ne yapacağımızı bildiği için yazdı."
Bu Ayeti-i Kerimeler'de anlatılan şeyin, bilmekle ilgili değil, takdir ve hükümle ilgili olduğu, bu kadar açıkken, sana bunu izah etmek için, bir çaba içerisine girmeli miyim bilemiyorum.
Şurası kesin ki, Allah cc bu ifadeleri ile, herşeyin kendi yazgısı üzerine vukua geldiğini açıkça ortaya koyuyor. Rab Teala bizlere, bu Ayet-i Kerimelerle, herşey benim yazgım üzere meydana gelirken, gereksiz yere üzüntü çekmeyin veya şımarmayın, olacakları ben belirliyorum diyor.
Hal böyle iken hâlâ: "tercih hakkım, istediğim gibi hareket edebilme imkanım, hür iradem var" diyecek miyiz?
23. Ayetin sonu "Allah cc, kendini beğenip küstahça davrananları sevmez" şeklinde, tam olarak manayı destekler biçimde tamamlanıyorken, hâlâ kendimizde bir alâmeti fârika görmeye devam edecek miyiz kardeşim?
Kaderiyye fırkasının sapıklığını ortaya koymak için bu ayetleri tüm ehli sünnet hoca efendiler delil olarak getiriyorlar. Fakat yine de günün sonunda, "Allah cc yazdı ama bu hükmü değil, bilgisidir!" demekten de geri durmuyolar.
De ki: “Bizim başımıza ancak, Allah’ın cc bizim için yazdığı şeyler gelir. O, bizim sahibimizdir. Öyleyse mü’minler, yalnız Allah’a cc güvensinler.”
Tevbe Suresi 50-51. Ayetler
Kardeşim 51. Ayet-i Kerime' de Rabbimiz, bizlerin başına sadece O'nun cc bizler için yazdığı şeylerin geleceğini açıkça söylerken, bizim sahibimizin kendisinin olduğunu ve inananların sadece O'na cc güvenip dayanmaları gerektiğini bildiriyor.
Kardeşim yine Hadid suresindeki Ayetlerdeki gibi bu kısım kimsenin itiraz etmediği şeyi anlatıyor. Yani bizim başımıza gelecek herşeyin en başta yazıldığını.
Fakat 50. Ayet-i Kerime'ye dikkatlice baktığımızda, Rabbimizin, başına gelen iyi ya da kötü şeyleri, kendi çabalarına bağlayanlara bunu söylediğini görüyoruz.
Ehli sünnet inancında tedbirin takdiri değiştirmeyeceği kesin bir bilgi olarak vardır. Fakat bu çoğu zaman: "Sen elinden geleni yap, sonrasını Allah cc a bırak!" şeklinde lanse edilir. Efendimizin sav.:"Deveni bağla, sonra Allah cc a tevekkül et!" anlamındaki pekçok hadisi şerifinden kastının doğru anlaşılmamasının bir sonucudur bu.
Önceki bölümlerde paradoks gibi görünen bu durumun izahını fazlaca yaptığım için burada tekrar etmek istemiyorum. Kafası karışan: "İmtihan Nereden İleri Geliyor?", "Neden Dua Ediyoruz?" bölümlerinde yaptığım açıklamalara bakabilir.
Fakat, Alemlerin Rabbi olan Allah cc dilemedikçe sizler bir şey dileyemezsiniz.
Tekvir Suresi 27-29. Ayetler
Ancak Allah’ın dilemesi olmadıkça siz dileyemezsiniz. Şüphesiz Allah cc hakkıyla bilendir, hüküm ve hikmet sahibidir.
İnsan Suresi 29-30. Ayetler
Hayır! Aslında onlar âhiretten korkmuyorlar.
Hayır, düşündükleri gibi değil! Şüphesiz bu (Kur’an) bir uyarıdır.
Dileyen ondan öğüt alır.
Bununla beraber Allah cc dilemeksizin onlar öğüt alamazlar. Sakınılmaya lâyık olan da O’dur, mağfiret sahibi de O’dur.
Müddessir Suresi 52-56. Ayetler
Kardeşim, Allah cc dilemeden siz dileyemezsiniz mealinde daha fazla Ayet-i Kerime var Kuran-ı Kerim'de. İstersen daha fazlasını okuyabilirsin. Ayetlerin neyi kastettiğine, önüne, arkasına, bağlamına bakabilirsin. Göreceksin ki, bizler, kendi sözde hür irademizle istediğimizi yapıyoruz gibi bir durum asla söz konusu değil. Bizlerin "istek" olarak adlandırdığımız şeyler de birer aksiyondur. Bu aksiyonu da tüm diğer aksiyonlar gibi, sadece Allah cc almaktadır.
Bu ayetlerin giriş ifadelerine iyi dikkat et kardeşim. Önce, Kuran'ın mesajının "dileyenler" için bir öğüt olduğu söyleniyor. Yani ilk bakışta, Kuran-ı Kerim in mesajlarından öğüt almak noktasında özgür bırakıldığımız gibi anlaşılıyor.
Fakat henem sonra da, bu dilemenin Allah cc ın dilemesinin bir sonucu olarak gerçekleştiği beyan ediliyor. Dikkat et kardeşim! Allah cc. bizlerin dilemesine izin verdiği için değil, bizzat kendisi dilettirdiği için bizler dileyebiliyoruz. Kendi başımıza bir tercih yapmamız asla söz konusu değil.
Hani yaptığımız hareketleri hep kendi isteklerimizle yapıyormuşuz gibi geliyor ya bizlere kardeşim. İşte bu ayetlerde buna bir işaret var. Allah cc kendi planına göre bizleri hareket ettirirken, içimize o işi yapmanın isteğini de koyuyor. Sonra da bu Allah cc tarafından bizlere verilen isteğin, kendi parlak fikirlerimiz olduğu kanaatine kapılıyoruz.
Düz mantıkla değerlendirme yapmaya alışkın kişiler: "Şuna bak kendi başımıza istek bile duyamıyoruz. Kötü bir davranışa irademiz dışında yönlendiriliyoruz, bu amel bize güzel gösteriliyor, heves duyduruluyor, nihayet yaptırılıyor; sonra da bunu niye yaptın diye hesap soruluyor. Olacak iş değil. Nerede kaldı imtihan?" Dese de, biz de: "Kardeşim, sana niye bunu yaptın diye hesap soran, Allah cc ın kulları üzerine, dünyadaki işleyişe dair uygun gördüğü emirleri doğrultusunda hüküm veren şeriattır. Şeriat zahire hükmeder. Oysa kalplerde olup biteni sadece Allah cc bilir ki: O cc da kullarının fiillerine göre değil, bu fiilleri işlerkenki kalbi durumlarına göre hükmeder!" demekten geri durmamalıyız.
Ben hiçbir kardeşime, şeriatı küçümsediğimi ya da önemsemediğimi îmâ ettiğimi zannetmeyi yakıştırmam. Ama belki bu yazı, hiç temeli olmayan birisi tarafından okunur diye altını çizmek gerekebilir. Şeriat haktır! Allah cc ın emridir! Tartışmaya açık bir konu değildir! Allah cc ın kulları için kurduğu imtihan sisteminin en önemli parçasıdır! Allah cc ın haram saydığı fiillerin işlenmesi durumunda, Allah cc ın muradı istikametinde yargılama ve cezaya hükmetme konusunda, kendi hüsnü zanlarına göre değil, bizzat ilahi yasalar çerçevesinde tutum alır! Allah cc kulları sıkıntı duysun diye değil, mutlu olsunlar diye şeriatı farz kılmıştır! Şuan dünyanın herhangi bir yerinde uygulandığı iddia edilen sözde şeriattan bahsetmiyorum tabi ki...
Kehf Suresi 17. Ayet
Andolsun biz, cinlerden ve insanlardan birçoğunu cehennem için yarattık. Bunların kalpleri vardır ama onlarla kavrayamazlar; gözleri vardır ama onlarla göremezler; kulakları vardır ama onlarla işitemezler. Onlar hayvanlar gibidir, hatta daha da şaşkındırlar. İşte asıl gafiller onlardır.
A’râf Suresi 178-179. Ayetler
Kardeşim bu ayetlerdeki ifadeleri, Kuran-ı Kerim in bir çok yerinde bulabilirsin. Ben ilk karşıma çıkan bu ikisini burada söz konusu etmeyi yeterli buldum. Allah cc., Rasullerini, Kitaplarını birer uyarıcı olarak nitelendiriyor, hidayetin sadece kendisi tarafından verilen bir nimet olduğunu açıkça beyan ediyor bizlere, sen de çok iyi biliyorsun zaten. Allah cc. bunu defalarca altını çize çize bizlere bildirdiği halde biz hâlâ kendi seçimlerimizden nasıl bahsedebiliriz?
Nasıl diyebilir ki, Hz. Ömer kendisi İslamı seçti, ebu cehil kendisi küfrü seçti? Dersen ki bunları ben söylemiyorum ki, bunlar bizlere Ayet ve Hadisler ışığında verilen bilgiler. O zaman sana "İtibari Kavram" konusuna bir göz atmanı tavsiye ederim kardeşim.
Şurası muhakkak ki, Allah cc her bir varlığı, bir amaçla yaratmıştır. Tüm yarattıklarına, o amaca götüren kaderler tayin etmiştir ve herkes ne için yaratılmışsa, varışı onadır.
O zaman Hz. Ömer'e ne büyük adam demeyelim mi? Yahut ebu cehile kızmayalım mı? Varsa bunlardan birisini söylemek konusunda tercih etme özgürlüğümüz onu tercih edelim. Yok kardeşim, yok, yok.
Eğer kendimizi Hz. Ömer'i eleştiren bir hal içerisinde bulursak üzülelim, ebu cehili öven bir pozisyonda bulursak yine üzülelim. Rab Teala lutfederse: "Maşaallah! La Havle vela Guvvete İlla Billah" diyelim.
Bu kadarız, bundan daha fazlası değiliz, bunu anlayalım. Ve ne olur artık, Allah cc ın her zerresine kadar kendisine ait olan mülkünde elimizi kolumuzu sallaya sallaya dolaşamayacağımızın farkına varalım.

Kardeşim sonsuz merhamet sahibi olan Rab Teala'ya sonsuz hamdü senalar olsun ki, ihtiyaçalarımızı karşılama konusunda son derece cömert davranıyor bizlere. O cc bildirmese, bizler neyin ne olduğunu asla bilemezdik. Eğer Rasullerine, kullarından muradının ne olduğunu açıkça ifade ettirmese, kaos ve karanlık içerisinde kalırdık.
Allah cc, Rasulleri aracılığı ile, iman etmemizi istediği ve adına da KADER dediği bir kavram gönderiyor bizlere. Bu öyle bir kavram ki, imanın diğer tüm şartlarını kuşatıcı, ezel, ebed, kulluk, imtihan, hesap, mizan, cennet, cehennem gibi hemen her konunun anlam bulması noktasında bir ölçü koyuyor.
Bu o kadar önemli bir konu ki, nasıl anladığımız ve inandığımıza göre, tüm kul Rab ilişkisi tamamen etkileniyor bundan.
İslama ve müslümanlara düşman olan birisinin kendisi açısından yapacağı en "akıllıca" hareket bu inanç üzerinde bir zaafiyete sebep olmak olurdu herhalde. Allah cc, şeytan aleyhillaneye, bizlerin inancından bir taşı yerinden oynatma imkanı tanısa, kesinlikle kader inancını seçerdi.
İnan bana kardeşim, bizler, öldükten sonra tekrar dirilmeyeceğimize bile inansak, bu denli bir zaafiyet içerisinde olmazdık.
Şunu demiyorum yanlış anlaşılmasın kardeşim: "Bizler Kadere yanlış inandığımız için bu haldeyiz. Doğru inanırsak herşey değişecek." Aksine hep şunu söylüyorum: "Sebepler sadece birer örtüdür. Allah cc bizleri nereye ulaştırmayı murad ediyorsa, türlü sebeplerle oraya ulaştıracaktır."
Çok param olsa ne yapardım diye düşünüp hayal kurdun mu hiç kardeşim? Ben kurdum. Önce evle başladım. Değiştirip, daha iyi bir ev aldım hayalimde. Bazen bir bazen birkaç tane.
Sonra sıra arabaya geldi. Daha iyi kıyafetler, daha iyi yiyecekler. Hiç bilmediğim zevklerim, tonla eksiğim varmış meğerse; neler aldım kendime neler...
Neden bu mahallede oturayım ki dedim, bildiğim en iyi muhite taşındım. Giydiğim çoraba kadar herşeyim değişti...
Acaba daha ne yapardım diye hayal kurmaya devam ediyordum ki: "Yahu, Allah cc hiç mi birşeyi doğru yapmamış" diye bir ses geldi içimden. Utandım...
Aslında hayalimde değiştirdiğim şeylerin listesi, benim şimdilik farkında olmasam da, memnun olmadığım şeylerin de listesiydi, anladım... Hayret! Oysa her fırsat bulduğumda şükür konulu sohbetler etmiş birisiydim ben. Meğer sadece kendimi kandırıyormuşum, imkanların genişletildiği güne kadarmış benim rüzgarım.
Şimdi ufak ufak ta olsa uyanıyorum gibi bir his var içimde. Bazen inancım değişti, bazen de böyle iman ediyorum gibi sözler çıksa da ağzımdan, çekirdek kabuğunu doldurmayacak aklımla, bu tespitleri Rab Teala'ya bırakmam gerektiği, en azından bilgi düzeyinde de olsa yerleşiyor gibi geliyor yavaş yavaş.
Ahiretimle ilgili güvenin daha ağır bastığı bir korku hissi içerisindeyim. Ama korkum ya cennetlik olamazsam korkusu değil. Bu çok param olsa ne yapardım konulu hayal bana bir ders oldu.
Nasıl ki şu dünyada elime geçen ve elimden kaçan hiç birşey rast gele değil; herşey Rab Teala'nın en ince teferruatına kadar bir kaderle tayin edişi. Ahiret için de bu böyle.
Rab Teala bana neyi uygun görmüşse ve beni ne için yaratmışsa, ben ona doğru gidiyorum.
Beni nerede görmek istiyorsa, orada olacağım. Ne yaşamamı, neyi tatmamı istiyorsa onu yaşayıp, onu tadacağım. Şimdilik bana teklif edilen bu önermeye, olumlu reaksiyon verdiğini hissediyorum kalbimin.
İçimden Rab Teala'dan hayır dilemek geliyor. Biran sonraki durumumu ise bilmekten acizim.
İnsanda bir anlama ihtiyacı var. Bu yerine göre normal, yerine göre ise anormal bir durum aslında. Allah cc aklı kalple ilişkilendiriyor Kuran-ı Kerim'de. “Onların kalpleri vardır, onlarla anlamazlar" gibi ifadelerin değişik türevlerine fazlaca rastlıyoruz. Bunun da bir kapasitesi var. İmanın önemi burada zaten.
Bir müslüman olarak bizler, aklımızın almadığı bir konuda Allah cc ve Rasûlü bir şey söylemişse: "İşittik ve iman ettik" demeliyiz. Kendi zanlarımızla hareket etmek bizim işimiz olamaz.
İşte kader konusu da, bizlere nasıl bildirilmişse, o şekilde iman etmemiz gereken bir konu. Efendimiz sav. bu konuyu bizlere şüpheye yer bırakmayacak açıklıkta izah etmiş, sınırlarını çizmiştir. Sahabe Efendilerimiz de, O sav. ne anlattıysa, ona inanmış, öyle yaşamışlardır.
Şimdi birlikte Efendimizin bu konuda bizlere verdiği bilgilere bir bakalım kardeşim. Efendimiz sav. tüm hadisleriyle tek bir gerçeği anlatmasına rağmen, birisi çıkıp ta: "Ben kendi seçimlerimi kendim yapabilme iradesine sahibim!" diyebiliyorsa, bize hayret etmekten başka birşey kalmıyor.
Öyle de inanmak, böyle de inanmak arasında fark yok diyebiliyorsa, ne yapabiliriz?
Ama... O zaman... İyi de... ile başlayan ifadelere başvurmaya yöneliyorsa, buyursun.
“Ubey bin Ka’b (Radiyallahu Anh)’a geldim ve kader mevzuunda kalbimde bir şey (vesvese) meydana geldi. Bana bir şeyler söyle belki Allah onu kalbimden giderir dedim.
Ubey bin Ka’b (Radiyallahu Anh) şöyle dedi:
−"Allah göklerin ve yeryüzünün ehline azap etmiş olsaydı O, onlara asla zulmetmiş olmazdı. Veya, Allah onlara rahmet etmiş olsa Allah’ın rahmeti onlara amellerinden daha hayırlıdır. Allah’ın yolunda Uhud dağı kadar altın infak etsen, kadere iman edene kadar Allah onu senden kabul etmez! Bil ki; sana isabet eden bir şeyin, isabet etmemesi mümkün değildir! Bu itikadın gayrı bir itikat üzere ölürsen ateşe girersin!"
Sonra Abdullah ibni Mes’ud (Radiyallahu Anh)’ın yanına geldim. O da bana aynı şeyleri söyledi. Sonra Huzeyfe (Radiyallahu Anh)’ın yanına geldim O da bana aynı şeyleri söyledi. Sonra Zeyd bin Sabit (Radiyallahu Anh)’ın yanına geldim O da bana aynı şeyleri, Nebi (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)’den hadis olarak rivayet etti.”
Ebu Davud 4699, İbni Mace 77, İbni Ebi Asım es-Sünne 245, Acurri 386, Ahmed bin Hanbel Müsned 5/185

Kardeşlerimizden birisi ile KADER konusunu konuşurken: "Tahavi Akadi'ne bak. Biz medresede bunu okutuyoruz. Bu meseleleri iyi açıklıyor." demişti. İmam Tahavi ismini ilk kez kendisinden o an duydum.
Son iki yıl içerisinde hatırı sayılır miktarda araştırma yaptım ve şu sonuca vardım kardeşim. İnsanlar bu özgür irade konusuna inanmaya o kadar hevesliler ki, tabiri caizse aklın yolu bir, başka türlü olamaz zaten diye inanıp, bu inançlarını da sanki islamın inancı gibi anlatıyorlar.
Neredeyse herkes bu konuda sözleşmiş gibi, lanetli kaderiyye mezhebinin ortaya attığı özgür irade anlayışını, türlü ambalajlarla bizlere dayatıyorlar. "Biz özgür irade mi dedik? Cüz-i İrade dedik" diyenleri, kendi vicdanları ile başbaşa bırakıp, Allah cc a havale etmekten başka bir çare görünmüyor.
Zira, ister cüz-i irade, ister ihtiyari kader, ister kesb, ister sadece seçme hakkı... ne isimler verirlerse versinler. Anlattıkları bire bir kaderiyyenin inancı. Hem kaderiyyenin inancını bizlere ehli sünnetin inancı gibi anlatıyorlar, hem de sanki kaderiyye kul fiilinin yaratıcısıdır demiş gibi davranıp, biz onlardan beriyiz diyorlar.
Halbu ki, kaderiyye direkt olarak yaratıcılık iddiasında bulunmuyorlar. Ama onların ortaya attıkları fikir olan özgür irade, günün sonunda bu anlama geliyor, bu da bir gerçek.
İsteyen: "Efendimizin lanetlediği zümre kaderiyye dir, araştıralım bakalım ne diyorlarmış" der, isteyen kendi inancının zemmedilip zemmedilmediğini bunca ayet ve hadis içerisinde arar. (Hayret bana! Hem canla başla isteyen istediğini yapamaz de, hem de isteyen istediğini seçer de!)
Ama aynı yollardan geçtiğim için şunu söylemeden edemiyorum kardeşim. Allah cc Rasulü bu adamları, bir başka konudaki tutumlarından dolayı değil, kulun özgür iradesi vardır dedikleri için lanetliyor. Eğer içimizde araştırmaya hevesli kardeşim varsa, bu adamların kendi kaynaklarından araştırsın. Bizim hoca efendilerimizin onlar hakkında ne söylediği ile yetinmesin.
Kardeşim, bugün Allah cc gökte midir? Arşa istiva etmek ne demektir? Allah cc ın eli var mıdır? Kuran mahluk mudur? gibi konular tartışılıyor. Ben bunların bizler için ne anlam ifade ettiklerini merak bile etmiyorum. Önemini bilmediğim için belki de. Ama Kader konusunun önemini anlayabiliyorum ve iman etmemin zorunlu olduğu bir mesele olduğunu biliyorum.
En açık şekilde söylüyorum ki, "Kadere İman" özelinde, hangi mezhep imamının ne düşündüğü, hangi müctehidin nasıl ictihad ettiği, hangi cemaatin nasıl inandığı beni zerre kadar ilgilendirmiyor. Çünkü bu kader konusu kimsenin aksi bir görüş ileri süremeyeceği netlikte anlatılmış bizlere Efendimiz sav. tarafından. Eğer mesele ictihada muhtaç bir mesele olsaydı, bakış açım o zaman farklı olurdu. Nasıl Allah cc ın varlığı konusunda kim ne diyor diye merak etmiyorsam, bu konuda da aynı tutumdayım. Beni araştırmaya iten şey, kardeşlerimin bu konudaki hevesi.
O yüzden de, tüm bu yazdıklarım içerisinde, o veya bu alimin görüşlerine yer vermedim.
Fakat kardeşimin özellikle bir yönlendirmesi olduğu için, İmam Tahavi kimmiş ne diyormuş diye bakma ihtiyacı hissettim. Ehli sünnet bu zatın büyük alim olduğu konusunda ittifak halinde. Osmanlı medreselerinde Tahavi Akidesi isimli eseri, akaidin ilk giriş kitabı olarak okutulmuş. Bana bu zâtı öneren kardeşim, şuanda da medreselerde bu kitap okutuluyor demişti, o daha iyi bilir.
Kardeşim, eskiden beri Tahavi Akaidi isimli kitabın çok önemsenmesinin sebebinin şu olduğu bilgisiyle karşılaştım. Dili son derece sade ve en kestirme yoldan madde madde yazmış ehli sünnetin neye inandığını. Ama üzerine düzinelerce şerh yazılmış. İmam Tahavi bu kadar sade bir şekilde anlattığı halde, izaha muhtaç taraflar varmış demekki.
Baktım, bu kardeşimin de içinde bulunduğu cemaate ait sitede bu kitabın dersini veriyor bir hoca efendi. Dedim ki iyi. Sonuçta benim de son derece güvendiğim bir ortam ve yine son derece güvendiğim ve ehli sünnet olduğundan hiç şüphemin olmadığı bir hoca efendi.
Dersleri izledim. Hatta bu yazıyı yazarken bir yanlışlık yapmamak için, tekrar izlemek istedim ama daha önce izlediğim kanalda bulamadım o gün izlediğim dersleri. Biraz araştırınca gördüm ki, o hoca efendi o mecradan ayrılmış. Beni kovdular yoksa ben gitmek istemiyorum gibi bir açıklaması ile karşılaştım. Yine de o hoca efendi kendi kanalında da aynı dersleri yapmış, bakayım burada farklı mı konuşmuş dedim. Aynı şekilde şerh ettiğini gördüm.
Kardeşim! Burada bunları mevzu bahis etmemin başka bir amacı var. İnsan bir şeye inanınca, okuduğunu da, gördüğünü de o inancına göre yorumluyor. Bu bir ilim adamına yakışacak tavır değil kesinlikle. Sen bir alimin kitabını anlatıyorsan, o alim ne demiş onu anlat. O bunu yazdı da, şöyle demek istedi dersen bu olmaz. Bu hoca efendinin okuduğunu anlayamıyor olmasını düşünebilir misin? Elbette hayır. O zaman elindeki kitabın anlattığı şeyle taban tabana zıt olan bir şeyleri neden anlatıyor?
İmam Tahavi senin anlattığın şeyleri anlatmıyor ki. Çok istiyorsan ve gerçekten varsa, senin anlatmak istediğin şeyleri anlatan bir alimin kitabının şerhini yap. Kaldırılan ders videosunun başında bir uyarısı vardı bu hoca efendinin. Aman bu gibi büyük alimlerin kitaplarını kendi başınıza okumaya kalkmayın, şüpheye düşersiniz, inancınızdan olursunuz diye. Gördün mü hocam bak, aslında sen de itiraf ediyorsun ki, aslında İmam Tahavi'nin ne söylediğini değil, kendi anlatmak istediklerini anlatacaksın.
Ben sana Tahavi Akaidinin metnini ve örnek olarak bu hoca efendinin bu metni nasıl anlattığına dair videosunu paylaşayım kararı sen ver kardeşim.
Bu metinde dikkatimi çeken çok önemli bir konu da şu oldu kardeşim. Hani özgür irade yoktur deyince: "O zaman imtihan olmaz, sorumluluk olmaz!" diye karşı çıkılıyor ya. İmam Tahavi, başka bir konudan bahsederken, bazı ayetleri örnek vererek, bak bunlar hakkında ne diyor? Tam metin içerisinden detayına bakabilirsin:
Kelâmcılardan bid’at ehli bazı kimselerin kanaatine göre ise, ne dua, ne de başka hiçbir şey ölüye ulaşmaz. Onların bu kanaatleri ise, Kitab ve sünnetle reddolunur. Şu kadar var ki, onlar Yüce Allah’ın müteşabih bir takım âyetlerini de delil göstermişlerdir:
“İnsan için çalıştığından başkası yoktur” (en-Necm, 53/39)’,
“Ve siz ancak işlediğinizin karşılığını görürsünüz” (Yasin, 36/54),
“Herkesin kazandığı kendisine, yaptığı da aleyhinedir” (el-Bakara, 2/286)
el-Akîdetü’t-Tahâviyye
Ebû Ca’fer Ahmed b. Muhammed el-Ezdiyy el-Hanefî (ö. 321 / 933 )
Allahü teâlâ’ya Îmân
Yüce Allah’ın tevhidi hakkında deriz ki:
1) Şüphesiz ki, Allah, birdir, O’nun hiçbir ortağı yoktur.
2) Hiçbir şey O’nun benzeri değildir.
3) Hiçbir şey onu âciz bırakamaz.
4) O’ndan başka hiçbir ilâh yoktur.
5) (Allahü teâlâ) başlangıçsız olarak kadîmdir ezelîdir, sonsuz olarak dâimdir ebedîdir.
6) Ne sonu gelir, ne de yok olur.
7) Yalnız O’nun irâde edip dilediği olur.
8) Vehimler O’na erişemez. Kavrayışlar O’nu idrâk edemez.
9) O hiçbir yaratığa benzemez.
10) O Hayy’dır diridir, ölmez, Kayyûm’dur, uyumaz.
11) Muhtaç olmamak üzere “yaratan”dır. Külfetsiz olarak “rızık veren”dir.
12) Korkusuzca “öldüren”dir ölümü yarattığından ve öldürdüğünden dolayı O’nu hesaba çeken yoktur. Meşakkatsizce “dirilten”dir.
14) O “Hâlik/Yaratıcı” ismini sıfatını mahlûkatı yarattığından itibaren kazanmadığı gibi, “Bâri/Yoktan Var Eden” ismini sıfatını bütün yaratıkları meydana getirmekle de kazanmış değildir.
15) O, kendisini Rabb olarak tanıyacak hiçbir varlık yokken “Rubûbiyyet”in manasına sahipti. Hiçbir mahlûk yokken de “Hâlik” olmak manasına sahipti.
16) O Hayat verdikten sonra da ölüleri Dirilten olduğu gibi, onlara hayat vermeden önce de bu isme müstehaktı. Aynı şekilde bütün yaratıkları Var etmeden önce de O Hâlik ismine müstehaktı.
17) Çünkü O, herşeye kâdir’dir, herşey O’na muhtaçtır. Her iş, O’nun için kolaydır. O’nun hiçbir şeye ihtiyacı yoktur. “Hiçbir şey, O’na benzemez. O herşeyi işitendir, herşeyi görendir. (eş-Şûrâ 42/11)
18) O bütün mahlûkatı ilmiyle bilerek ilmine uygun olarak yaratmıştır.
19) Ve o yaratıklar için “kaderler” takdir etmiştir.
20) Onlar için “eceller” tayin etmiştir.
21) Yaratıkları yaratmadan önce hiçbir şey O’na “gizli” değildi. Onları yaratmadan önce, onların ne şekilde “amel edecekler”ini biliyordu.
22) Onlara kendisine itâat etmelerini emretmiş ve kendisine isyan etmelerini yasaklamıştır.
23) Herbir şey O’nun takdiri ve meşî’eti dilemesi ile cereyan eder. O’nun meşî’eti gerçekleşir. Kulların ise kendileri için dilediğinden başka istekleri geçerli olmaz. Böylece onlar için O’nun dilediği şeyler olur, dilemediği hiçbir şey olmaz.
24) O’ndan bir lütuf olmak üzere dilediğine hidayet verir, dilediğini korur ve dilediğine afiyet verir. Adaletinin bir tecellisi olarak da dilediğini saptırır ve dilediğini yardımsız ve belâlarla yüzyüze bırakır.
25) Hepsi de O’nun lütfü ve adaleti arasında meşî’eti çerçevesinde gider, gelirler.
26) O, zıtları muhalifleri olmaktan ve denkleri misli ve benzerleri bulunmaktan yücedir, uzaktır.
27) O’nun kazasını reddedecek biri yoktur. Kimse O’nun hükmüne karşı çıkamaz, kimse O’nun emrine karşı gelemez.
28) Bütün bunlara îman ettik ve bütün bunların O’ndan geldiklerine kesin olarak inandık.
Hazret-i Peygamber’e Îmân
29) Muhakkak Muhammed aleyhisselâm O’nun seçilmiş kuludur. Seçkin Peygamberidir, kendisinden razı olunmuş Rasûlüdür.
30) O, peygamberlerin sonuncusudur.
Müttakîlerin imâmıdır reîsidir.
Rasûllerin seyididir efendisidir.
Âlemlerin Rabbi’nin habîbidir en çok sevdiği Peygamberidir.
31) Ondan sonraki herbir nübüvvet iddiası, tam bir sapıklık ve hevâya nefse tapınmadır.
32) Bütün insanlara ve cinlere hak ile, hidayet ile, nûr ve ışık olarak gönderilmiş bir peygamberdir.
Kur’ân-ı Kerîm’e Îmân
33) Şüphesiz ki Kur’ân, Allah’ın kelâmıdır. Ondan keyfiyetsiz bir şekilde ve sözlü olarak sadır olmuştur. Allah onu rasûlüne vahiy olarak indirmiştir. Mü’minler de bu şekilde onu hak bilerek tasdik etmişlerdir. Onun hakikaten Allah’ın kelâmı olduğuna kesinlikle inanmışlardır. O yaratılmışların sözü gibi mahlûk değildir. Her kim Kur’ân’ı işitir de onun insan kelâmı olduğunu iddia ederse, kâfir olur. Allah böyle bir kimseyi kınamış, ayıplamış ve onu Sekar’a (Cehenneme) atacağını bildirmiştir. Yüce Allah söyle buyurmaktadır: “Ben onu Sekar’a sokacağım” (el-Müddesir 74/259). Yüce Allah, “Bu insan sözünden başka bir şey değildir” (el-Müddesir, 74/25) diyen kimseleri, Sekar ile tehdit ettiğine göre; kesin olarak şunu bilmiş ve inanmış oluyoruz ki: O insanları yaratanın kelâmıdır/sözüdür ve insanların sözüne hiçbir şekilde benzemez.
Hak Teâlânın Sıfatları
34) Yüce Allah’ı insanlara ait hususiyetlerden birisi ile vasfeden bir kimse kâfir olur. Artık kim basiretiyle bunları anlarsa, gerekli şekilde ibret almış olur ve kâfirlerin sözlerine benzer söz söylemekten uzak durur. Yüce Allah’ın sıfatlarının insanların sıfatlarına benzemediğini de kat’î olarak bilmiş olur.
Ru’yetüllah
35)Cennet ehlinin ru’yeti (Allah’ı görmesi) – ihata ve keyfiyetin idraki söz konusu olmaksızın – Yüce Allah’ın Kitabında beyan ettiği şekliyle bir gerçektir: “O günde yüzler var ki apaydınlıktır. Rablerine bakıcıdırlar.” (el-Kıyâme, 75/22-23) Bunun açıklanması ise Yüce Allah’ın muradı ve bildiği şekildedir. Bu hususta bize kadar gelmiş Rasûlüllah sallallahü aleyhi ve sellem’den rivayet edilmiş, bütün sahih hadisler de onun dediği gibidir ve bunların manası murad ettiği şekildedir. Bizler bu konuda görüşlerimizle te’villerde bulunarak ve vehimlere kapılarak açıklamalar yapmaya kalkışmayız. Çünkü Yüce Allah’a ve Rasûlüne teslim edip de kendisi için müteşabih olanların bilgisini bilenlere havale edenler dışında hiç kimse dininde selâmete ulaşamaz.
Teslim ve İstislâm
36) İslâm’ın ayağı ancak teslim oluşun ve teslimiyet gösterişin üzerinde sapasağlam durabilir.
Her kim, öğrenilmesi mümkün olmayan bir şeyi öğrenmeye tâlip olur da, mevcut bilgisi ile sâlim bir kanaate sahip olamazsa, onun bu talebi, kendisinin hâlis tevhid’i, sâfî marifeti ve sahih imanı elde etmesine imkân vermez.
(Böyle bir kimse) vesveselere kapılmış, şaşkın, şüphe ve tereddüt içerisinde, yolunu şaşırmış bir halde; küfür ile iman, tasdik ile yalanlama, ikrar ile inkâr arasında gider, gelir. Ne tasdik eden bir mü’min, ne de yalanlayan ve inkâr eden bir kimse olur.
37) Cennette Allah’ın görülmesini herhangi bir vehim ile kabul eden yahut belli bir anlayışa göre te’vil edenlerin ru’yetüllaha imanları sahih olamaz Zira ru’yetüllah’ın da, rubûbiyete izafe edilen herbir hususun da, asıl te’vili, te’vili terketmek, teslim yoluna bağlanmaktır. Müslümanların dini de bu yol üzeredir.
(Sıfatları) nefy etmekten ve teşbihten sakınmayan bir kimsenin ayağı kayar ve tenzihi isabet ettiremez.
Şüphesiz ki yüce ve celil olan Rabbimiz vahdaniyet sıfatları ile mevsuftur. Bir ve tek olmak vasıflarına sahiptir. Yaratıklar arasında O’nun (sıfatlarındaki manaya sahip) gibi hiçbir kimse yoktur.
38) O (Allahü teâlâ) sınırlardan ve nihaî noktalardan yüce ve münezzehtir. Erkân, organ ve araçlardan münezzehtir.
39) “Mi’rac haktır. Peygamber -sallallahü aleyhi ve sellem- İsra ile (geceleyin) yürütülmüştür. Uyanıkken bedeni ile Mi’rac’la semavâta yükseltilmiştir. Daha sonra da yüce Allah’ın dilediği yüceliklere çıkartılmıştır. Allah, ona dilediği ikramlarda bulunmuş ve vahyettiği şeyleri vahyetmiştir. “Kalp gördüğünü yalanlamadı” (en-Necm, 53/11), dünyada da, âhirette de Yüce Allah’ın salât ve selâmı onun üzerine olsun.
Havza iman, Şefâat ve Mîsak
40) “Yüce Allah’ın ona ikram ve ümmetine de bir yardım olmak üzere lütfedeceği Havz da haktır”
41) Haberlerde de rivayet edildiği üzere O’nun, onlara (ümmetine) sakladığı şefaati de haktır.
42) Yüce Allah’ın Âdem’den ve onun zürriyetinden almış olduğu mîsak haktır.
Yüce Allah’ın ilmine îman
43)Yüce Allah ezelden beri cennete gireceklerin sayısını, cehenneme gireceklerin sayısını bütünüyle ve bir defada bilmiştir. Bu sayıya ne bir şey eklenir, ne ondan bir şey eksiltilir. Yine onların yapacaklarını bildiği fiillerini de aynı şekilde bilmiştir.
Kulların fiilleri
44) Herkes ne için yaratılmışsa, o şey ona kolaylaştırılır.
Ameller de sonuçlarına göredir. Saîd kimse Allah’ın kazası gereği mutlu olandır, şakî olan kimse de Allah’ın kazası gereği bedbaht olandır.
Kaza ve Kadere îman
45) Kader asıl itibariyle yüce Allah’ın mahlûkatındaki bir sırrıdır. Buna ne mukarreb bir melek, ne mursel bir peygamber muttali olmuştur. Bu hususta derinliğine dalmak ve üzerinde çokça düşünmek, ilâhi yardımdan uzak kalmaya götüren bir yol, mahrumiyete ulaştıran bir merdiven, tuğyana iten bir basamaktır. O bakımdan bu husustaki kıyas, düşünce ve vesveselerden alabildiğine sakınmak lazımdır. Çünkü yüce Allah kader ilmini mahlûkatına karşı kapalı tutmuştur. Onun hakkında tartışmayı da yasaklamıştır. Nitekim yüce Allah Kitabında şöyle buyurmaktadır: “O yaptığından sorgulanmayandır. Fakat onlar sorgulanacaklardır.” (Enbiya 21/23) Buna göre kim “niye yaptı?” diye soracak olursa, Kitabın hükmünü reddetmiş olur. Kitabın hükmünü reddeden de kâfirlerden olur.
46) İşte bunlar Yüce Allah’ın dostlarından (veli kullarından) kalpleri (iman) nuru ile aydınlanmış kimselerin gerek duyduğu şeylerin özetidir ve bu, ilimde derinleşmiş olanların mertebesidir Çünkü ilim 2 türlüdür: Birisi mahlûkat arasında var olan (onlar tarafından bilinen) bir ilimdir, diğeri ise mahlûkat arasında bulunmayan bir ilimdir. Var olan ilmin inkârı küfürdür, olmayan ilmi bilmek iddiasında bulunmak da küfürdür. İman var olan ilmi kabul edip bulunmayan ilmi elde etmeyi terketmedikçe sabit olmaz.
Levh-i Mahfuz’a ve Kalem’e İman Etmek
47) Biz Levh’e ve Kalem’e de iman ederiz. (Levh’e kalem ile) yazılan herşeye de.
Yüce Allah’ın orada olacak diye yazdığı bir şeyin olmamasını sağlamak üzere bütün mahlûkat bir araya gelip toplansalar, buna güç yetiremezler. Aynı şekilde yüce Allah’ın orada olmayacak diye yazmış olduğu bir şeyin olması için hepsi bir araya gelecek olsalar, yine buna güç yetiremezler. (Çünkü) Kalem kıyamete kadar olacak şeyleri yazmış ve artık (mürekkebi) kurumuştur.
48) Kul şunu bilmelidir ki, yüce Allah’ın yarattığı ve meydana gelen her bir hususa dair bilgisi ezeldendir. O bakımdan O, bunu son derece muhkem ve kat’î bir şekilde takdir etmiştir. Göklerde ve yerdeki yaratıklardan hiçbir kimse bunu nakzedemez; kimse onu bozamaz, izâle edemez, değiştiremez, başka bir yere havale edemez, eksiltemez, O’na bir şey ilâve edemez.
İşte bunlar inanılması gereken esaslar, marifetin temelleri, Yüce Allah’ın tevhid ve rubûbiyetini kabul etmenin kapsamı içerisindedir. Nitekim yüce Allah Kitâb-ı Kerîm’inde şöyle buyurmaktadır: “Ve O herşeyi yaratıp inceden inceye takdir ve ta’yin etmiştir.” (el-Furkan, 25/2); “Allah’ın emri yerini bulan bir kaderdir.” (el-Ahzab 33/38)”
Kader hususunda kalbi hastalanan – bir nüshada: hastalıklı kalbini kaybeden – kimselere yazıklar olsun! Çünkü böyleleri vehimleriyle gaybta son derece gizli bir sırrı ortaya çıkarmaya çalışmışlar; buna dayanarak söyledikleri ile de günahkâr bir iftiracı olup çıkmışlardır.
Bu hususta “yani kader hakkında” söyledikleri ile o günahkâr “günah kazanmış” bir iftiracı olarak döner.
Arş ve Kürsî
49) Arş ve Kürsî haktır.
50) O’nun Arş’a da, Arş’ın dışındaki varlıklara da ihtiyacı yoktur.
51) O herşeyi kuşatandır ve herşeyın üstündedir. Bütün mahlûkat ise böyle bir kuşatıcılıktan âcizdir”
Yüce Allah için kelâmın ispatı
52) Bizler deriz ki: Muhakkak Allah, İbrahim’i halil edinmiş, Mûsa ile özel bir şekilde konuşmuştur. Buna iman eder, bunu tasdik eder ve teslimiyetle kabul ederiz.
Meleklere, Peygamberlere ve semâvî Kitaplara iman
53) Meleklere, peygamberlere, rasûllere indirilen kitaplara iman ederiz. Onların hepsinin apaçık hak üzere olduklarına da şahitlik ederiz.
54) Biz kıblemiz ehlini, Peygamber – sallallahü aleyhi ve sellem – getirdiklerini itiraf edenler olarak kaldıkları, söylediği ve haber verdiği herşeyi tasdik ettikleri sürece müslümanlar ve mü’minler olarak adlandırırız.
Allah’ın zâtı hakkında ve Allah’ın dini hususunda tartışmalara girmenin yasağı
55) Allah’ın zâtı hakkında ileri geri konuşmayız, Allah’ın dini üzerinde de tartışmalara girmeyiz.
56) Kur’ân hakkında mücadele etmez, onun âlemlerin Rabbinin kelâmı olduğuna şâhitlik ederiz. Onu er-Rûhu’l-Emin indirmiştir ve Rasûllerin efendisi Muhammed – sallallahü aleyhi ve sellem-e öğretmiştir. O, Yüce Allah’ın kelâmıdır, yaratıkların hiçbir sözü ona denk olamaz. Onun mahlûk olduğunu söylemeyiz ve müslüman cemâate muhalefet etmeyiz.
Ehl-i kıbleyi günahı sebebiyle tekfir etmemek
57) Kıble ehlinden hiçbir kimseyi bir günah sebebiyle -helâl kabul etmediği sürece- tekfir etmeyiz.
Mürcie’yi red
58) “İman ile birlikte günah işleyene günahı zarar vermez.” demeyiz.
59) Mü’minler arasından ihsan edicileri (yüce Allah’ın) affedeceğini, onları rahmetiyle cennete girdireceğini ümit ederiz. Bununla birlikte onlar hakkında (azap görmeyeceklerine dair) emin olmayız. Onların cennetlik olduklarına şahitlik etmeyiz. Günahkârlarına mağfiret diler ve onlar için korkarız, hiçbir ümitlerinin olmadığını söylemeyiz.
Ümit ve Ye’s
60) Güven duymak ve ümit kesmek İslam dininden çıkmaya sebeptir. Hak yol ise ehl-i kıblenin yolu olan ikisi arasıdır.
61) Kul kendisini imana girdiren bir şeyi inkâr etmedikçe, imandan çıkmaz.
İmanın tarifi
62) İman dil ile ikrar, kalp ile tasdiktir.
63) Rasûllullah – sallallahü aleyhi ve sellem – den sahih olarak gelen şeriat ve beyan (açıklama)ların tamamı haktır.
64) İman birdir, iman ehli imanın esası bakımından birbirlerine eşittir. Aralarında fazilet ve üstünlük farkı, haşyet, takva, hevâya muhalefet ve evlâ olanı yapmaya devam etmekle ortaya çıkar.
65) Mü’minlerin hepsi Allah’ın velileridir.
Allah nezdinde en kerim olanları, Allah’a en çok itaat edenleri ve Kur’ân’a en çok uyanlarıdır.
İmanın erkânı
66) İman: Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe, hayrıyla şerriyle, acısıyla tatlısıyla kadere ve (hepsinin) Allah’tan geldiğine iman etmek demektir.
67) Biz bütün bunlara iman edenleriz. Peygamberleri arasında kimseyi diğerinden ayırmayız. Hepsinin getirdiklerini tasdik ederiz.
68) “Muhammed – sallallahü aleyhi ve sellem – ümmeti arasından büyük günah işleyen kimseler, muvahhid olarak öldükleri, Allah’ın huzuruna O’nu bilip tanıyanlar olarak çıktıkları takdirde, tevbe etmemiş olsalar dahi, cehennem’de ebedi kalmazlar. Onlar Allah’ın meşiet ve hükmüne tabidirler. Dilerse onları mağfiretine alarak lütfuyla affeder. Yüce Allah Kitabında buyurduğu gibi: Ve bundan başkasını dilediği kimseleri bağışlar (en-Nisa 4/48 ve 116).
Dilerse adaleti gereği onları cehennem ateşinde azaplandırır, sonra da onları oradan rahmetiyle ve kendisine itâat eden şefaatçilerin şefaatiyle çıkartır. Sonra da onları cennetine gönderir. Çünkü Yüce Allah kendisini bilip tanıyanların mevlâsıdır. Onları her iki diyarda da kendisini inkâr eden, hidayetinden uzaklaşıp hüsrana uğrayan ve O’nun dostluğuna nail olamayan kimseler gibi kılmaz. Allah’ım, ey İslâm’ın ve müslümanların hakiki mevlâsı! İslâm ile senin huzuruna çıkıncaya kadar, sımsıkı İslâm’a sarılmamızı ihsan eyle!
69) Ehl-i Kıble mensubu olan iyi ve fâcir (günahkâr) herkesin arkasında namaz kılınacağı ve onlardan ölenlerin cenaze namazının kılınacağı görüşündeyiz.
70) Onlardan herhangi bir kimse hakkında kesin olarak cennetliktir ve cehennemliktir, demeyiz.
Mü’minler bu hususta herhangi bir şeyi açıkça ortaya koymadıkça, onlar hakkında küfür, şirk ya da münafıklık ettiklerine dair şahitlikte bulunmayız, onların iç hallerini yüce Allah’a bırakırız.
71) “Biz – kendilerine karşı kılıç çekmek vacib olanlar müstesnâ – Muhammed – sallallahü aleyhi ve sellem – ümmetinden herhangi bir kimseye karşı kılıç çekileceği görüşünde değiliz.
72) (Şer’î yönetimde) bize yöneticilik edenlere ve emir sahiplerimize karşı çıkıp ayaklanmayı – haksızlık etseler dahi – uygun görmeyiz. Onlara beddua etmeyiz, onlara itaat etmekten el çekmeyiz. Onlara itaati Aziz ve Celil olan Allah’a itaatin bir parçası ve bir fariza olarak görürüz. Elverir ki, bize bir masiyet emretmesinler. Onların salâh bulmaları ve selâmetlikleri için dua ederiz.
73) Sünnet’e ve cemâate tabi oluruz. Şâz görüşlerden, ihtilâftan ve tefrikadan da uzak dururuz.
74) Adâlet ve emânet ehlini severiz, zulüm ve hıyanet ehline de buğzederiz.
75) Allah ve Rasûlüne teslimiyet gösterip, hakkında şüpheye düştüğü hususların bilgisini gerçek âlimine havale eden kimseler dışındakiler, dinlerinde selâmete eremezler.
76) Yolculukta da, mukîm iken de – rivayetlerde geldiği üzere – mestler üzerine mesh edileceği görüşündeyiz.
Hac ve cihadın, Kıyâmet gününe kadar geçerliliği (vâcip olması)
77) Hac ve cihad iyileriyle, kötüleriyle müslüman olan ulü’l-emr ile birlikte Kıyamet gününe kadar geçerlidir. Hiçbir şey bunları iptal etmez ve bunların farziyetlerini kaldırmaz.
78) Kirâmen Kâtibin Melekleri’ne iman ederiz. Allah onları üzerimize koruyucular olarak tayin etmiştir.
79) Âlemlerin ruhlarını kabzetmekle görevli olan Ölüm Meleğine de iman ederiz.
80) Ehil olan kimseler için kabir azabına, kabir’de Münker ve Nekir’ın kişiye Rabbi, dini ve peygamberi hakkında – gerek Rasûlüllah – sallallahü aleyhi ve sellem – in, gerek Ashâb-ı Kiram’dan (Allah hepsinden razı olsun) gelen haberlere uygun olarak – soru sormalarına da (iman ederiz).
81) Kabir, ya cennet bahçelerinden bir bahçedir yahut ateş çukurlarından bir çukurdur.
Âhiret gününe ve orada olacakların hepsine iman
82) Ba’s’a (öldükten sonra dirilişe), Kıyamet gününde amellerin karşılıklarının verileceğine, arz’a, hesab’a, kitapların (amel defterlerinin} okunmasına, sevaba, cezaya, Sırat’a ve Mizan’a da iman ederiz.
Cennet ve cehenneme iman
83) Cennet ve cehennem yaratılmışlardır. Ebediyyen sonları gelmez ve yokolmazlar. Şüphesiz yüce Allah cennet ve cehennem’i diğer mahlûkattan önce yaratmıştır. Her ikisine de girecekleri yaratmıştır. Onlardan dilediği kimseleri kendisinin bir lütfü olarak cennete, yine onlardan dilediği kimseleri adaletinin bir tecellisi olarak cehenneme koyacaktır. Herkes de kendisi hakkında hüküm verilip bitirilmiş sonuç için amel eder ve ne için yaratılmış ise sonunda oraya varacaktır.
84) Hayır ve şer de kullar hakkında takdir edilmiştir.
85) Kendisi ile fiilde bulunmanın gerekli olduğu istitâ’a (güç yetişir) fiil ile birlikte olup da mahlûk’un kendisi ile nitelendirilemeyeceği tevfîk kabilindendir. Sağlıklı oluş genişlik ve imkân buluş, araçların esenlikte oluşu yönünden istitâ’a ise fiilden öncedir ve hitap da bununla alâkalıdır. Bu da Yüce Allah’ın: “Allah hiçbir kimseye gücünün yeteceğinden başkasını yüklemez” (bakara, 2/286) âyetinde beyan edildiği gibidir.
86) Kulların fiilleri Allah’ın yaratması ve kulların da kesbi iledir.
Teklif, Takat’e Göredir
87) Yüce Allah onları ancak takat getirebilecekleri şeylerle mükellef tutmuştur. Onlar da ancak kendilerini mükellef tuttuğu şeylere takat getirebilirler. İşte bu da “lâ havle ve la kuvvete illâ billah” sözünün açıklamasıdır.
Biz bu sözle: Hiçbir kimse Allah’ın yardımı olmadıkça Allah’a isyandan uzak kalmaya çare bulamaz, başka bir tarafa yönelemez ve herhangi bir harekette bulunamaz. Yüce Allah’ın tevfıki olmadıkça da hiçbir kimse Allah’a itaati yerine getirmeye, onun üzerinde sebat göstermeye güç bulamaz, demek istiyoruz.
88) Her şey, Yüce Allah’ın meşîeti ilmi, kaza ve kaderi ile cereyan eder. O’nun meşîeti bütün meşietlere galip gelir. O’nun kazası da bütün çareleri yenik düşürmüştür. O dilediğini yapar ve asla zulmetmez: O işlediklerinden sorumlu değildir. Halbuki onlar, sorumludurlar (el-Enbiyâ 21/23).
Sözleri ile Allah’ın kazasından şer’î olanı değil, kevnî kazayı kastetmektedir. Çünkü kaza, hem kevnî, hem şer’î olabilir. İrade, emir, izin, Kitab, hüküm, haram kılmak gibi kelimeler ve buna benzer tabirler böyledir.
Kevnî kaza Yüce Allah’ın: “Böylece onları yedi gök olmak üzere 2 günde yarattı (Kadâhünne)” (Fussilet, 47/72) âyetinde beyan edilmektedir.
Dini ve şer kaza (hüküm) Yüce Allah’ın şu âyetinde ifade edilmiştir:
Rabbin şunları hükmetti (Kadâ): Kendisinden başkasına ibadet etmeyin” (el-İsra 17/23)
89) Hayatta olanların dua ve sadakalarının ölülere bir faydası vardır.
Ehl-i sünnet âlimleri, ölülerin hayatta olanların yaptıkları işlerden şu 2 yolla yararlanacaklarını ittifakla kabul etmektedirler:
1- Ölünün hayatta iken sebep olduğu işler,
2- Müslümanların ölene dua etmeleri, mağfiret dilemeleri, sadaka ve haccetmeleri.
Bununla birlikte haccın sevabından ölüye ne ulaşacağı hususunda görüş ayrılığı vardır. Muhammed b. el-Hasen – rahmetüllahi aleyh – şöyle demiştir: Ölüye sadece hac için yapılan harcamanın sevabı ulaşır. Haccetmenin sevabı ise haccedenedir.
Genel olarak âlimler ise, haccın sevabı kendisi adına hac yapılanadır, sahih olan görüş de budur.
Oruç, namaz, Kur’ân okumak ve zikir gibi bedenî ibadetler hususunda da görüş ayrılığı vardır.
Ebû Hanife, Ahmed ve selefin cumhûru, ulaşacağı görüşündedirler.
Şafiî’nin meşhur görüşü ile Malik’in görüşü, ulaşmayacağı şeklindedir.
Kelâmcılardan bid’at ehli bazı kimselerin kanaatine göre ise, ne dua, ne de başka hiçbir şey ölüye ulaşmaz. Onların bu kanaatleri ise, Kitab ve sünnetle reddolunur. Şu kadar var ki, onlar Yüce Allah’ın müteşabih bir takım âyetlerini de delil göstermişlerdir:
“İnsan için çalıştığından başkası yoktur” (en-Necm, 53/39)’,
“Ve siz ancak işlediğinizin karşılığını görürsünüz” (Yasin, 36/54),
“Herkesin kazandığı kendisine, yaptığı da aleyhinedir” (el-Bakara, 2/286)
Peygamber – sallallahü aleyhi ve sellem – de şöyle buyurduğu sabittir:
Âdemoğlu öldüğünde ameli kesilir. 3 şey müstesna (Amel defteri kapanmaz, sevap yazılmaya devam eder):
1. Sadaka-i câriye,
2. Kendisine dua edecek salih bir evlât,
3. Kendisinden sonra yararlanılacak bir ilim bırakması.
(Müslim 1631; Tirmizî 1376; Ebû Dâvûd 2880; Nesâi, VI, 251)
90) Yüce Allah duaları kabul eder, ihtiyaçları karşılar.
Allahü teâlâ ganîdir, bizler fakiriz
91) O herşeye mâlik’tir, hiçbir şey O’na mâlik olamaz. Bir göz açıp kapayıncaya kadar Allah’a muhtaç olmamak düşünülemez. Bir göz açıp kapayıncaya kadar Allah’a muhtaç olmadığını zanneden küfre sapar ve helâk olanlardan olur. Bu, açık bir gerçek ve hiçbir kapalılığı bulunmayan bir ifadedir.
92) Yaratıklardan kimseye benzemesi söz konusu olmaksızın Allah, hem gazab eder, hem (merhamet eder) razı olur.
Rasûlüllah’ın ashâbını sevmek
93) Rasûlüllah – sallallahü aleyhi ve sellem – in ashâbını sever, onlardan herhangi birinin sevgisinde aşırı gitmeyiz. Onlardan herhangi birinden de beri/uzak olduğumuzu söylemeyiz. Onlara buğzedenlere ve hayırdan başka onlar hakkında konuşanlara biz de buğzederiz. Onlardan ancak hayırla bahsederiz. Onları sevmek dindir, imandır, ihsandır. Onlara buğzetmek ise küfürdür, nifaktır, tuğyandır.
94) Rasûlüllah – sallallahü aleyhi ve sellem -den sonra, halifeliği ilk – ve onun faziletinin, bütün ümmetin de önünde oluşunun bir işâreti olarak
Ebû Bekr es-Sıddîk – radıyallahü anh – için sabit kabul ederiz.
Sonra Ömer b. el-Hattâb – radıyallahü anh -ın halifeliğini (kabul ederiz).
Sonra Osman – radıyallahü anh – için (halifeliği sabit görürüz).
Sonra Ali b. Ebî Tâlib – radıyallahü anh – için (halifeliği sabit görürüz).
İşte râşid halifeler ve hidayete ermiş imâmlar bunlardır.
95) Rasûlüllah – sallallahü aleyhi ve sellem – in isimlerini saydığı ve kendilerini cennet ile müjdelediği on kişinin de, Rasûlüllah – sallallahü aleyhi ve sellem – in lehlerine yaptığı şehadete binâen, cennetlik olduklarına biz de şahitlik ederiz. Çünkü onun sözü hakkın kendisidir. Bunlar:
Ebû Bekr, Ömer, Osman, Ali, Talha, ez-Zübeyr, Sa’d, Saîd, Abdu’r-Rahmân b. Avf ve Ebû Ubeyde b. el-Cerrâh’dır (radıyallahü anhüm) ki, o bu ümmetin de emînidir. Allah hepsinden razı olsun.
96) Rasûlüllah – sallallahü aleyhi ve sellem – in ashabı ve her türlü pislikten tertemiz zevceleri ile her türlü kirlilikten uzak mukaddes zürriyetleri hakkında güzel söz söyleyen kimse, münafıklıktan beri olur.
97) Önceki selef âlimleri ile onlardan sonra gelen tâbiîn -haber ve eser ehli ile fıkıh ve nazar ehli- ancak güzellikle anılırlar. Onlardan kötülükle söz eden, hak yolun dışında bir yol üzerindedir.
Peygamberlerin evliyadan üstünlüğü
98) Hiç bir veli zâtı, hiç bir peygamber’den – aleyhi’s-selâm – üstün tutmayız. Hatta, bir tek peygamber dahi bütün velilerden daha faziletlidir, deriz.
99) Onların (evliya’nın sahih yolla) gelen kerametlerine ve güvenilir kimselerden sahih olarak bize ulaşan rivayetlerine inanırız.
Kıyâmete iman
100) Deccal’in çıkması, Meryem oğlu Îsa – aleyhi’s-selâm – nın sema’dan inişi gibi Kıyâmet alâmetlerine iman ederiz. Güneşin batısından doğacağına, Dâbbetü’l-arz’ın bulunduğu yerden çıkacağına da inanırız.
101) Hiçbir kâhini, hiçbir arrâf’ı; Kitab’a, sünnete ve ümmetin icmâ’ına muhalif herhangi bir iddiada bulunanı da tasdik etmeyiz.
102) (Ehl-i sünnet) cemâati(ni) hak ve doğru, tefrikayı (bu cemaatten ayrılmayı) sapıklık ve azap olarak görürüz.
103) Allah’ın yeryüzünde ve semadaki dini birdir. O da İslâm dinidir. Yüce Allah şöyle buyurmaktadır:
“Şüphesiz Allah nezdinde din, İslâm’dır” (Al-i Imran, 3/19) ve Yüce Allah şöyle buyurmaktadır:
“Ve size din olarak İslâm’ı beğenip seçtim” (el-Mâide, 4/3).
104) O din aşırı gitmek ile kusurlu kalmak arasında, teşbih ile ta’til arasında, Cebriyye ile Kaderiyye arasında, kendisini emin hissetmek ile ümit kesmek arasında bir yoldur.
Bu, bizim dinimiz
105) İşte bu, bizim dinimiz, zâhiren ve bâtınen itikadımızdır. Bizler, yüce Allah’a, sözünü ettiğimiz ve açıkladığımız hususlara muhalefet eden herkesten uzak olduğumuzu bildiririz.
Sapık mezhepler
Yüce Allah’tan bizlere iman üzere sebat vermesini ve iman ile hayatımızı sona erdirmesini, (Ehl-i sünnet) cemâat(in)e muhalefet eden, dalâlet ile ahidleşmiş bulunan Müşebbihe, Mu’tezile, Cehmiyye, Cebriyye, Kaderiyye ve diğer çeşitli hevâlardan (bid’at fırkalarından), (itikâden sapık) farklı farklı görüşlerden ve (cumhura muhalefet eden) bayağı mezheblerden muhafaza buyurmasını dileriz. Biz onlardan uzağız. Bize göre onlar, (itikâden) sapıklık içindedirler, bayağıdırlar (Ehl-i sünnet cemâatinin dışında kalmışlardır).
(Bu sapık inanışlardan) koruyacak ve tevfîkı (başarıyı) ihsan edecek olan yüce Allah’tır.